Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

PARA POLİTİKASI VE SENYORAJ

Senyoraj nedir?

Senyoraj, genel anlamda "paranın üretim maliyeti ile üzerinde yazılı değer arasındaki farktır." Bu farkın devletin kasasına gelir olarak girmesiyle devlet, vergi gelirlerinin dışında ciddi bir gelir daha elde eder.
 
Eski dönemlerde, altın para sisteminde altının itiba­ri değeri ile maddi değeri arasında bir fark bulunmadı­ğı için, para otoritesi olan devletin senyoraj geliri elde etme imkanı yoktu. Paranın maden değeri düşürülerek elde edilebilecek senyoraj geliri ise, paraya olan güve­ni azaltacağı için, hem içeride, hem de dışarıda ticareti olumsuz etkilemekteydi.
 
Bu tür para sistemlerinin zamanla yerini kâğıt yani itibari paraya bırakması devletlerin de senyoraj geliri elde etmesine olanak sağlamıştır.
 
Senyoraj geliri devletlerin hükümranlık hakkını ifa­de eder. Devletler coğrafyalarında elde edilen hizmet ve üretim karşılığında senyoraj geliri elde etme hakkı­na sahiptir. Devletler, elde ettikleri bu kârı vatandaşına hizmet olarak kamu harcamalarında kullanır.
 
Aynı zamanda devletler, halkının emek ve üretimi­nin kârı ortada olmadığı halde bu hakkı kullanabilir­ler. Senyoraj geliri elde edebilirler. O takdirde mal ve emek mukabili olmayan emisyon artışı talebi arttırır. Bunun neticesi talep enflasyonu meydana gelir. Bu takdirde devlet talebin önüne kontrol mekanizması ile geçerek enflasyonu önler
 
Devlet tarafından basılan kâğıt paranın maliyetinin çok düşük olması nedeniyle, maliyet ile yazılı değer arasındaki fark çok yüksek olmakta bu sayede devlet­ler yepyeni bir gelir imkanına kavuşmaktadır.
 
Senyoraj geliri kamu harcamaları ile halka hiz­met olarak aktarılacağı için, devletlerin senyoraj geliri elde etmesi halkın emeğinin kendisine hiz­met olarak dönmesidir. Ülkelerin kalkınmasında kaldıraç vazifesi gören senyoraj gelirine globalleş­me adına karşı çıkanlar yerli paranın yerine, ya­bancı ve maliyetli paranın ülke ekonomilerinde do­laşımda bulunmasını savunmaktadırlar.
 
Globalleşme adına Merkez bankalarına senyo-raj geliri elde etme hakkına yasak getirilen dev­letler, üretimlerinin karşılığı kendi paralarını pi­yasaya sürmek yerine, piyasadaki para talebini faizle alınan yabancı para ile karşılamaktadırlar. Globalleşme, devletlerin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yabancı güçlere aktarıl­ması demektir.
 
Globalleşmenin bir ayağı özelleştirme, bir diğer ayağı ise senyoraj gelirine getirilen yasaktır.
 
Ülkelerin, özelleştirme ile sahip olduğu yeraltı kaynakları, en önemli kamu iktisadi teşekkülleri ve getirilen yasakla da senyoraj gelirleri global serma­ye sahiplerine aktarılmaktadır.
 
Gelişmiş ülkeler, IMF ve Dünya Bankası kana­lı ile gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları­na emisyon yasağı getirmekle, devletlerin senyo-raj gelirinden mahrum kalmalarına sebep olduğu gibi, aynı zamanda piyasalardaki emisyon açığı 'hard currency' ile kapatıldığı için, bu devletlerin gelirlerini kendilerine transfer etmişlerdir.
 
Gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarını ba-ğımsızlaştırarak senyoraj geliri elde etmelerine ya­sak getirilmesinin, bu ülkelerin sömürülmesi demek olduğunu yıllarca çeşitli TV programlarında ve ma­kalelerde ifade ettik.
 
Yıllardır ortaya koyduğumuz gerçekler, artık Tür­kiye'de ve dünyada sahasında saygın isimler tarafın­dan da ifade edilmektedir. T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Yaman Törüner, 24-26 Mart 2005 tarihli Mil­liyet gazetesindeki makalelerinde gelişmekte olan ül­kelerin senyoraj geliri elde etmesine müsaade edilme­diğine, bunun yerine gelişmiş ülkelerin o ülkeler adı­na senyoraj hakkını kullanıp 'hard currency'leri dola­şıma sokarak gelişmekte olan ülkelerden vergi aldığı­na dikkat çekmiştir. Yaman Törüner şöyle diyor:
 
"Merkez bankacılığı, ateş ve tekerlekle beraber dünyada yapılan en büyük üç icattan biridir. Merkez bankaları sayesinde, devletler para basar ve bastık­ları para kadar "senyoraj" geliri elde ederler. Yani, bastıkları para kadar halktan vergi toplamış olurlar. Bu açıdan bakıldığında, Merkez bankaları devletle­rin bir parçasıdır ve prensip olarak devletten bağım­sız olamazlar.
 
Diğer bir deyişle, Merkez bankalarının bağımsız olmaları, kendi devletlerini değil, kapitalist sistem yöneticilerini dinlemeleri anlamına gelir. Bir devlet, zaten kapitalist sistem yöneticilerinin isteklerini ye­rine getirmeye hazırsa, o devletin de onayıyla mer­kez bankası bağımsız yapılır. Asıl "senyoraj" geliri­ni, gelişmiş ülkeler Merkez bankaları elde eder.
 
Bu gelirin kontrollü biçimde elde edilmesi i­çin gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları­nın bağımsız olması, bağımsızlığın prensip edi­nilmesi, yani kendi devletlerinin çıkarlarını fazla korumamaları şarttır. Gelişmiş ülke merkez ban­kaları gerçek değişim aracı sayılan "hard cur­rency" basarlar. Gelişmekte olan ülkelerin halk­ları, karşılıksız basılan "hard currency"leri öde­me, tasarruf ve borç alma aracı olarak kullanır­lar. Gelişmekte olan ülkelerin bağımsız merkez bankaları da "hard currency" üzerinden döviz rezervi bulundururlar. "Hard currency" basabi-len merkez bankaları, kendi ülkelerinde talep e­dilenin katlarca fazlası kadar dışarıdan para tale­biyle karşılaşırlar. Dışarıdan olan para talebi ka­dar da karşılıksız para basıp, başka ülke halkla­rından "senyoraj" geliri elde ederler. Yani, bir bakıma gelişmiş ülkeler, merkez bankaları aracı­lığıyla gelişmekte olan ülke halklarından vergi alırlar."
 
Yabancıların gelişmekte olan ülkelerden al­dıkları verginin diğer bir biçimi, onları borçlan­dırma yoluyla gerçekleştirilir.
 
Borçlar için ödenen faizlerin büyük bir bölümü aslında yabancıların aldığı "senyoraj"dır. Bu "sen­yoraj" genellikle bankalar aracılığıyla tahsil edilir. Borçlandırma iç ve dış borçlar aracılığıyla yapılır. Ülkelere borçların rahatlıkla ödenip ödenmeyeceği konusunda notlar verilir ve bu notlara göre verile­cek kredilere faiz uygulanır.
 
Devletlerin iç borçlarının önemli bir bölümü de yabancılar tarafından verilir. Buna sıcak para denili­yor. Dış borçların çok önemli bölümü de yabancılar tarafından karşılanır.
 
Borç vermede kullanılan "hard currency", geliş­miş ülke merkez bankaları tarafından basılmış para­lardır. Gerçekte, baskı masrafı dışında bir gideri yoktur. Gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları ve ticari bankaları rezerv adını verdikleri "hard cur-rency"lerini gelişmiş ülke bankalarında tutar. Sonuç olarak, her ülkeye aslında kendi parası borç verilir. Alınan borcun çoğu da borcu veren yabancı ülkeden mal almakta kullanılır. Böylece, alınan borç vadesi beklenmeden borcu veren ülkeye geri döner ve tek­rar borç olarak verilir. Merkez bankaları iç ve dış ta­lepten fazla para basarlarsa, enflasyon yaratırlar. Yani, talep kadar basılan para enflasyon yaratmaz. Ancak, dış talep kadar karşılıksız "hard currency" basan gelişmiş ülke merkez bankaları, para bastıkla­rı halde enflasyona neden olmazlar.
 
Talebin üstünde para basarak yaratılan enflasyon, bir çeşit vergidir ve toplumu fakirleştirir.
 
Enflasyonist ortamda, zenginler kendilerini koru­yacak tedbirler alabilirler. Vergi yükü genellikle dar gelirli halkın sırtına biner. Zenginlerin aldıkları ted­birler arasında, paralarına yüksek reel faizler almak, servetlerinin bir bölümünü yurtdışında tutmak, enf­lasyon muhasebesi gibi uygulamalar vardır."
 
Senyoraj geliri elde etmeyen ülkeler, üretim yap­malarına rağmen refah düzeyini arttıramamaktadırlar.
 
Ancak kendi parasını o ülkenin yerli parasının yerine devreye koyan ülkeler elde ettikleri gelirle, kendi re­fah seviyelerini arttırmaktadırlar.
 
Gelişmekte olan ülkeler üretim yapmak için çalışa­rak işin cefasını çekerken, bu üretimin karşılığı senyo-raj geliri elde eden gelişmiş ülkeler işin sefasını sür­mektedirler. Öte yandan, senyoraj geliri elde etmeyen ülkeler piyasalarının ihtiyaç duyduğu parayı dışardan faizle temin ederler.
 
Bir ülkenin kendi Merkez bankasında başka bir ül­kenin parasını bulundurması veya kendi topraklarında dolaşıma sunması o ülkeyi finanse etmesi demektir.
 
Bugün başta Türkiye olmak üzere, özellikle Uzak­doğu ülkelerinin merkez bankalarında büyük miktar­da ABD Doları saklanmaktadır.
 
Japonya Merkez Bankası'nda, Ağustos 2005 itibari ile 847.777 milyar ABD Doları bulunurken(6) ; Çin Merkez Bankasında ise Temmuz 2005 itibari ile 711 milyar Dolar bulumaktadır(7). Bu­nun manası şudur: Japon ve Çin halkı yüz milyar­larca Dolarlık üretim yapmış; karşılığında ABD, kağıt boyayıp onlara vererek bu üretimi kendisine aktarmıştır.
 
Türkiye'de ise durum daha vahimdir. Çünkü biz sadece Merkez Bankamızda değil, dolaşımda da ya­bancı paralara izin vermekteyiz.
 
Yani üretimimizin karşılığında piyasada bulunması gereken emisyon miktarını, senyoraj hakkımızı kul­lanmak suretiyle karşılamıyoruz.
 
Yabancı ülkeler de emisyonlarını arttırıp bize para­larını gönderiyor ve senyoraj geliri elde ediyorlar.
 
Senyoraj gelirinin bizim gibi ülkelere yasak, ancak parasını dünya parası yapma gayreti içerisinde olan ül­kelere serbest olması, o ülkelerin ilerlemesine katkıda bulunurken, bizim ise batmamıza neden olmaktadır.
 
Günümüzde devletlerin senyoraj geliri elde etmesi, bir çeşit enflasyon vergisi olarak tanımlanmakta ve e­konomiler açısından bir hastalık olarak görülmektedir. Bunun yerine devletlerin iç ve dış borçlanmaya git­mesi tavsiye edilmektedir.
 
Ancak, Milli Ekonomi Modeli'mizde belirtilen oranlarda emisyon hacminin arttırılarak senyoraj geliri elde edilmesi devletler için bir mecburiyettir. Aksi takdirde, piyasada yeteri miktarda tüketim ol­mayacağı için, ekonominin dengeye oturtulması mümkün olamaz.
 
Geçmişte senyoraj geliri elde eden bazı devletler bunu belli bir mantık çerçevesinde ve belli oranlar da­hilinde uygulamamıştır. Daha çok siyasi kaygılar neti­cesinde bütçe açıklarını kapatmak için yapmıştır. Belli bir kural çerçevesinde uygulanmayan emisyon artışı elbette talep enflasyonuna yol açar.
 
Senyoraj gelirine karşı çıkılmasının sebebi, görü­nüşte artan para miktarının piyasalarda fiyatlar genel seviyesinde bir artışa sebep olacağı iddiasıdır.
 
Ancak bu iddiayı ortaya atanlar bir taraftan fa­izle alınan dış kredilere destek olmuş, diğer taraf­tan da bankacılık sisteminin kaydi para üretimini desteklemişlerdir.
 
T.C. Merkez Bankası Başkanı S. Serdengeçti'nin bu konudaki açıklamaları dikkat çekicidir:
 
"Bu ülkede emisyonun mili gelire oranı düşük­tür. Merkez Bankası evvelden beri basması gereken parayı basmamakta ve bunu faizleri yüksek tutmak için yapmaktadır. Rantiyeye hizmet etmeyi bırakıp çok para basılsa faizler düşecek, üretim ve yatırım artacak, üretim artınca enflasyon da düşecektir"(8).
 
Dikkat edilirse senyoraj gelirine karşı olanlar, devlete para satmak için karşıdırlar. Eğer devletler emisyonlarını arttırıp, senyoraj geliri elde ederler­se, global tefeciler ve yerli taşeronları büyük bir gelir kapısından mahrum kalacaklardır.
 
Milli Ekonomi Modeli'mizde senyoraj gelirini hem bir ekonomi kuralı olarak ele alıyor, hem de emisyon oranlarının nelere bağlı olduğunu formülize ediyoruz.
 
Ülkemiz şartlarında olayı ele aldığımızda şunu görüyoruz; yıllardan beri belli bir büyüme oranına sahip olan ülkemizde piyasada bulunması gereken yerli para piyasaya sürülmemiştir. Bunun aksine dı­şarıdan faizle alınan borç para ile Merkez Banka­mız yükümlülüğünü yerine getirmeye çalışmıştır. Şu ana kadar devlet olarak emisyonumuzu devreye koymuş olsaydık, bugün yüzlerce milyar Dolar borç yükü ile karşı karşıya kalmamış olacaktık.
 
Aynı zamanda olması gereken para piyasada bu­lunacağı için reel piyasada istenilen canlılık oluşa­cak, üretici de istediği pazara kavuşmuş olacaktı.
 
TC. Merkez Bankası'nın yükümlülüklerine baktığı­mızda, 01.09.2005 itibari ile toplam yükümlülük 78.704.003 milyar TL dir. Bunun 45.986.083 milyar­lık kısmı döviz yükümlülüğü iken, sadece 17.525.915 milyar TL'lik kısmı emisyondur(9).
 
Yani Merkez Bankamızın yükümlülüklerinin sade­ce % 22'si emisyon iken, % 58'i döviz, geri kalanı da mevduat olarak bulunmaktadır. Oysa bu oran, geliş­miş kabul edilen ülkelerde kendi emisyonları lehine son derece yüksek iken, döviz yükümlülüğü olarak son derece düşüktür.
 
Ayrıca son derece önemli bir nokta da bizim emis­yonumuzun yurt dışından alınan faizli para karşılığı olduğudur. Yani gerçekte bizim emisyon oranımız 0% 00 dır. Çünkü emisyon ülkemizde faizle alınan yaban­cı para karşılığı yapılmaktadır.
 
Mesela ABD'de emisyon oranı, % 81.52 iken, dö­viz yükümlülüğü % 0 dır. Almanya'da emisyon % 53.51 iken, döviz yükümlülüğü % 10'dur. ispanya'da ise döviz yükümlülüğü % 0,57 iken, italya'da döviz yükümlülüğü % 6'dır(10).
 
Bu rakamlara baktığımızda karşılaştığımız gerçek şudur; biz üretimimiz karşılığı piyasada kendi emis­yonumuzu bulundurmak yerine başka ülkelerin para­larını emisyonumuz yerine ikame ederek, gelirlerimi­zi bu ülkelere transfer ederken; kalkınmış kabul edilen ülkelerin tam tersine kendi emisyonlarına bağlı bir pa­ra politikası izlediklerini görmekteyiz.
 
Diğer taraftan dolaşımdaki para ile vadesiz mevdu­atın toplamı manasına gelen M1 rakamlarının GSMH'ya oranlarına baktığımızda ülkemizde nasıl bir oyun oynandığını daha rahat anlarız.
 
Ülkemizde M1 " GSMH oranına baktığımızda bu oranın % 6.2 olduğunu görmekteyiz (2005 yılı ocak ayı M1 rakamı 26.906.087 YTL GSMH rakamı 430.511.476.968 YTL'dir; oranlarsak, yukarıdaki yüzdeyi elde ederiz(11).
 
Oysa bu oran daha öncede belirttiğimiz üzere kalkınmış kabul edilen ülkelerde çok çok daha yüksektir.
 
Örneğin EURO bölgesinde (EURO'nun ge­çerli olduğu ülkeler, İngiltere buna dahil değil) 2004 yılı GSMH 7.601 milyar Euro, M1 rakamı ise 2.937 milyar Euro olmuştur; buna göre M1/ GSMH= %38'dir(12).
 
Çin'in 2004 yılı GSMH'sı 1.649 milyar dolar, M1 rakamı ise 1.150 trilyon dolar olmuştur; bu­na göre, M1/GSMH= %69.7' dir(13).
 
Ülkemizde, "Para basma, enflasyon olur" sö­zü ile hem halkı, hem de kamu kesimini global tefecilere muhtaç edenlerin iddiasının ne kadar boş olduğunu anlamak için sadece Çin'deki pa­rasal oranların ülkemizden 10 kattan daha fazla olduğuna, buna rağmen enflasyon oranlarının bizden daha düşük olduğuna bakmak yeterlidir.
 
Devletin senyoraj ile para arzını arttırmasının enf­lasyona yol açtığı iddiasıyla emisyon hacminin geniş­letilmesine karşı çıkanlar, yabancı paraların ülkemiz­de dolaşmasına ses çıkarmamaktadırlar.
 
Kaldı ki, bu yabancı para, piyasada kendi insanımı­zın emeğinin karşılığı olarak bulunmaktadır.
 
Devletlerin piyasadaki para ihtiyacını kendi para­sıyla karşılaması Milli Ekonomi Modeli'mizin para arzı ayağını oluşturmaktadır.
 
Bunun hangi oranlarda olması gerektiğini ise para bahsinde formülize etmekteyiz. Kapitalist anlayış, he­nüz böyle bir bilgiye sahip olmamakla birlikte; yap­tıkları ampirik çalışmalar, her yıl büyüme oranlarına yakın ama az olmamak üzere onları para basmaya gö­türmüştür.
 
Nitekim M. Friedman bu tıkanıklığa dikkat çek­mektedir: 'Benim şu anki tercihim, parasal otoritenin para stokunu belirlenen bir oranda artırmasına izin ve­ren bir yasal düzenlemenin yapılmasından yanadır.
 
Para stokunun yıllık artış oranı % 3 ile % 5 arasın­da bir oran olabilir. önemle belirtmeliyim ki bu öne­rim paranın yönetiminde her zaman ve sonsuza dek geçerli olacak bir kural olarak görülmemelidir. Bizim şu an para konusundaki bilgilerimize göre en uygun olan kuralın bu olduğunu düşünüyorum. Para konu­sunda daha fazla bilgi sahibi olduğumuzda daha iyi kuralları bulmamız mümkün olacaktır.'(14).
 
Gerçekten de ABD uzun zamandan beri bunu uy­gulamaktadır. 1950, 1971 reel GSMH artışı %3.84, M1 artışı %3.94,1994,2002 reel GSMH artışı %3.19, M1 artışı %3.80'dir(15).
 
Japonya örneğine geri dönersek; Japonya, 1950-1971 yılları arasında iyi bir büyüme trendi­ne sahip olduğu dönemlerde reel GSMH artışı %9.45 iken, M1 artışını ortalama %16.1 de tut­makta idi(16).
 
Ancak deflasyona girdiği 90'lı yılların ortala­rında 1995 yılında M1/GSMH oranı 44.7 trilyon yen / 484.3 trilyon yen= %9.2 olarak düşük oldu­ğunu görüyoruz.
 
Japonya'nın son dönemde bunu arttırmaya ça­lıştığı gözlemlenmektedir. 2004 yılında M1/GSMH, yani 108.3 trilyon yen / 534 trilyon yen= %20.2. olmuştur(17).
 
Ancak tek başına piyasadaki para miktarını arttır­mak elbette gerekli tüketimin oluşması için yeterli de­ğildir. Çünkü gelir dağılımında denge sağlanmadan ve piyasaya arz edilen paranın dar gelirli kesiminin geli­rini arttırıcı yönde piyasada bulunmasına imkan tanı­madan, sadece parayı arttırmak tek başına çözüm de­ğildir. Bu yüzden Japonya, dolanımdaki parayı arttıra­rak az bir miktar rahatlama yakalamasına rağmen, ha­len daha ekonomisini toparlayabilmiş değildir.
 
Kapitalist anlayışların tamamı modellerinin merke­zine faizi oturtmuşlardır. Ve piyasaların ihtiyaç duydu­ğu paranın maliyetli kanallardan karşılanmasını tez o­larak ortaya koymaktadırlar(18).
 
Bankacılık sistemi mevduatlar sayesinde, topladı­ğından çok daha fazla parayı piyasalara satmaktadır. Buna, yani bankacılık sisteminin ürettiği paraya kaydi para denmektedir. Bankacılık sistemi piyasanın ihtiyaç duyduğu parayı kaydi para ile karşılamaktadır. Bu uy­gulama mantık olarak merkez bankalarının para bas­masından farklı değildir. Her ikisi de emisyon hacmini arttırmaktadır. Bankacılık sistemi bunu faiz karşılığı yaparak kâr elde etmektedir. Ancak Merkez Bankası üzerinden piyasaya para arz edildiğinde bankacılık sektörü faiz geliri elde edememektedir.
 
Merkez bankalarının emisyon hacmini arttır­ması yerine, bankaların kaydi para üretmesi veya kredi kartı dağıtması, piyasalardaki her türlü faa­liyetten bankaların faiz geliri elde etmesini sağla­maktadır. Böylece piyasalarda elde edilen her tür­lü gelirin belli bir miktarı buralara aktarılmakta­dır. Diğer yandan kaydi para üretimi, emisyon hacmini de kısıtlamaktadır.
 
Çünkü piyasada olması gereken belli bir parasal hacim vardır. Bunun büyük kısmı kaydi para ile karşıla­nınca, Merkez Bankası emisyon hacmini kısmak zorun­da kalacaktır. Böylece devletin elde edeceği senyoraj gelirini, faiz yoluyla bankacılık sistemi elde etmektedir.
 
Piyasanın ihtiyaç duyduğu paranın karşılanma­sında kapitalist modellerin tavsiye ettiği ikinci anlayış ise yine faizle yabancı para almaktır. Bu i­se yabancıların o devletten hem faiz, hem de sen-yoraj geliri elde etmesine sebep olur. Her iki anla­yış da ekonomilerin gelişmesine değil, faizle para satan belli azınlık grupların çıkarlarına hizmet et­mektedir.
 
Bu konuda T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Y. Törüner Milliyet gazetesinde yer alan makalesinde şunları söylüyor:
 
"Dünyada hâkim düzen kapitalist sistemdir. SSCB'nin yıkılmasından sonra, yeni bir düzen yer­leştirme olasılığı da kalmamıştır. Kapitalizmi, sade­ce ekonomik düzen olarak algılamak yeterli değil­dir. Kapitalizm bir dünya görüşüdür.
 
Bu açıdan bakıldığında, kapitalizmin siyasi boyutu demokrasi, ekonomik boyutu piyasa eko­nomisi ve sosyal boyutu da insan hakları olarak ifade edilir.
 
Kapitalist sistem ve onun prensipleri, bu sistem­den en çok yararlanan ülke ve gruplar tarafından hararetle savunulur ve savunulmak durumundadır. Kapitalist sistemden en büyük faydayı, gelişmiş ül­keler, çokuluslu şirketler ve AB gibi geniş ölçülü işbirliği anlaşmaları sağlarlar.
 
Kapitalist sistem içinde bu güçlerin her istedikle­rini yapabilmeleri, her devletin oyunun kurallarına sıkı sıkıya uymaları sayesinde gerçekleşebilir.
 
Oyunun kuralları arasında, demokratik rejimleri en geniş ölçüde yerleştirmek, insan haklarını yaygın biçimde uygulanır hale getirmek, piyasa ekonomisi uygulamalarını mümkün olduğu kadar yaygınlaştır­mak, sermaye hareketlerinin ve para transferlerinin önündeki engelleri kaldırmak, kara parayla mücade­le etmek, vergi ve diğer ekonomik sistemler arasın­da bir örneklik sağlamak vardır.
 
IMF, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, GATT gibi kuruluşlar da aslında oyunun kurallarını istenilen normlarda yerleştirmek amacıyla kurulmuşlardır."

Milli Ekonomi Modeli'nde para sadece Merkez bankaları üzerinden maliyetsiz olarak piyasalara arz edilecektir. Böylece hem üretimin, hem tüketimin ö­nü açılırken piyasaların kontrolü devletlerin kendi elinde olacaktır.

6-Ministery of Finance of Japan, (06.09.005).
7-State Administration on Foregien Exchange,People's Republic of China.
8- Hürriyet Gazetesi, 17.01.2005
9- T.C. Merkez Bankası verileri
10- Prof. Dr. Nuri Uman, Başka Ülkelerin Bilançoları ile T.C. Merkez Bankası Bilançolarının Karşılaştırılması, 1991
11- T.C. Merkez Bankası verileri
12- European Central Bank; OECD; Eurostat 2005
13- China Statistical Yearbook, Bank of China
14- M. Friedman, Kapitalizm ve Özgürlük, s. 54, ç. D. Erberk ve N. Himmetoğlu; Prof. Dr. C. Can Aktan, Monetarizm ve Rasyonel Beklentiler Teorisi, Politik iktisat, izmir 2000
15- IMF International Financial Statistics, October 2003
16- Ekonomic Survey of Japan 54-59; Japan Ekonomic Yearbook 60-71; IMF International Financial Statisticis, October 2003.
17- Bank of Japan
18- Prof. Dr. M. Merih Paya, Para Teorisi ve Para Politikası, s. 123, 2.b. istanbul, Filiz Kitapevi,1999.