Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

EMİSYON

Emisyon, Merkez Bankasının dolanıma çıkardığı paradır ve piyasanın talebine bağlı olarak üretilir. E­misyon ile devletlerin elde ettiği gelire ise senyoraj geliri denir. Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kaydi para ve yabancı para, emisyonun yerine ikame edildiği için devletlerin senyoraj geliri elde etmesi mümkün olmamaktadır.

Kapitalist anlayış azgelişmiş ve gelişmekte olan ül­kelerin merkez bankalarını devletten bağımsız hale getirerek, devletlerin merkez bankaları üzerinden senyoraj geliri elde etmesine yasak getirmiştir.

Gelişmek­te olan ülkelerde senyoraj geliri yerine gelişmiş ülke­lerin merkez bankalarının bastığı "hard currency"ler faizle borç alınarak emisyon yerine kullanılmaktadır. Bu da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gelir transferidir.
 
Devletlerin senyoraj gelirinin önündeki bir diğer engel de özel bankaların ürettiği kaydi paradır. Özel bankalar topladıkları mevduat sayesinde kaydi para ü­reterek piyasanın ihtiyaç duyduğu para talebinin bir kısmını karşılamaktadır.
 
Bu sebeple merkez bankaları emisyon miktarı­nı istenilen oranlarda arttıramamakta, sonuçta devletler de senyoraj gelirinden mahrum kalmak­tadır.
 
Emisyonun yerini yabancı veya kaydi paranın almasının ekonomilere birçok zararı vardır.
 
Bankaların ürettiği kaydi paranın piyasaya faiz kanalıyla arz edilmesi, devletlerin senyoraj hakla­rını kısıtlamaktadır. Bankaların kaydi para üreti­mi devletlerin sağlam bir para politikası uygula­masını imkansız hale getirmektedir. Böylece pi­yasayı istediği gibi yönlendirecek güce sahip olması gereken devlet bu gücünü kaybetmektedir.
 
Öte yandan piyasanın ihtiyaç duyduğu emisyo­nun Merkez Bankası üzerinden değil de, özel bankalar üzerinden sağlanması, bu bankalara ade­ta senyoraj geliri elde etme hakkı tanımaktadır. Bankalar ürettikleri bu kaydi parayı vatandaşın ü­retiminin karşılığında yaptıkları için, faiz geliri elde etmenin yanında toplum ve devletin gelirini de kendilerine transfer etmektedir.
 
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, piyasa­ların ihtiyaç duyduğu parayı kendi emisyonlarıyla karşılamak yerine, gelişmiş ülkelerden faizle al­dıkları yabancı para ile sağladıkları için, küresel güçlere faiz ödemek zorunda kalmaktadır. Aynı zamanda senyoraj gelirlerini devretmişlerdir. Tür­kiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin toplam borç tutarının trilyonlarca Doları bulmasının temel se­bebi budur.
 
Büyüme gayreti içinde olan ülkeler ihtiyaç duyduk­ları sermayeyi kendi emisyonları ile karşılamak yerine maliyetli yabancı para ile karşılama yoluna gittikleri i­çin zaman içerisinde kendilerini büyük bir borç batağı­nın içinde bulmuşlardır. İnanılmaz rakamlara ulaşan borçların ödenebilmesi, ülkelerin borç batağından kurtarılması için her şeyden önce, maliyetli ya­bancı para yerine emisyonun hakim kılınması ge­rekmektedir.
 
Kalkınmakta olan ülkelerin 1970 yılında global sermaye sahiplerine hemen hemen hiç borçları gözükmez iken; bu rakam 1990 yılında 1.459 tri­lyon Dolara, 2000 yılında ise 2.527 trilyon Dolara ulaşmıştır. Bu rakamların sadece dış borçlar toplamı olduğu ve iç borç rakamlarının dış borç rakamları toplamından daha fazla olduğu dikkate alındığında, meselenin boyutları daha net anlaşılacaktır(1).
 
Yani kalkınmaya karar vermiş ülkeler, 1970 yılından günümüze kalkınmalarını maliyetli para ile yapmaya kalktıkları için adeta batma noktası­na gelmişlerdir.
 
"Para basma enflasyon olur" sözünü kendileri­ne bir tabu yapanlar, bankacılık sisteminin gereği­ni anlatırken bu sistemin ekonomiye kaynak sağ­ladığını, kaydi para ürettiğini söylerler. Bu mantı­ğa göre Merkez Bankası emisyonu arttırınca enf­lasyon, aynı işi bankalar yapınca kaynak aktarımı olmaktadır.
 
Uluslararası kredi kuruluşları, emisyonumuzu artırarak üretim yapmak yerine, faizle alınan ya­bancı para ile aynı üretimi yapmamızı tavsiye e­diyorlar. Yani yerli para ile yapılan üretim enflas­yon oluşturur ama maliyetli yabancı para ile yapı­lan üretim ülkemizi kalkındırır gibi mantık dışı a­çıklamalara muhatap olmaktayız.
 
Maalesef Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler­de ekonomi politikaları adı altında uygulanan modeller esaret zincirinden başka bir şey değildir. O yüzden ekonomi modelimizde her şeyden önce maliyetsiz ve yerli para özgürlüğüne kavuşturula­cak, önündeki tüm engeller kaldırılarak ekonomi küresel güçlere bağımlı olmaktan kurtarılacaktır.
 
Günümüzde uluslararası kredi kuruluşlarının et­kisinde ve yönetiminde olan ülkeler, hazinenin üze­rine oturmuş dilenciler gibi yabancılar gelsin yatı­rım yapsın, bizi işe alsın diye bekletilmektedir. As­lında sadece ülkemizdeki kaynaklar, bütün insanlığa yetecek durumdadır.
 
Öte yandan yabancı paranın bir ülke toprakların­da dolaşımda bulunması, yerli halkın emeği ve üre­timi ile kendine karşılık bulması, o ülkenin sahip ol­duğu zenginliklerin, milletin alınterinin o yabancı ülkeye aktarılması anlamına gelmektedir. Maalesef Türk ekonomisi de liberal ve kapitalist sistemlerin tuzağına düşmüş, alternatif proje üretemeyen yöne­timler sebebiyle bu kaderi yaşamaktadır.
 
Liberal anlayış paranın serbest dolaşımından bahsederken, global tefecilerin ellerindeki para­larla; ülkeleri sömürmek için piyasalarla istediği gibi oynamasını kasteder.
 
Oysa modelimizde paranın serbest dolaşımını kastederken, paraya herkesin ulaşabildiği bir ekonomi sisteminden bahsediyoruz. Paranın belli ellerde tekelleşmesi, piyasanın birkaç insanın kontrolü altında olması ve faizle birlikte gelirlerin sayıları çok az olan bu gruba transfer edilmesi manasına gelir.
 
Diğer taraftan paranın spekülatif amaçla istedi­ği gibi hareket etmesi ise sanal alemde ürettiği et­kilerle birçok ülke ekonomisini batırmaktadır.
 
Paranın üretimin ve tüketimin dışında speküla­tif amaçla değerlendirilmesi ekonomilerde tedavi­si çok zor hastalıklara sebep olmaktadır.
 
Paranın emeğin ve üretimin karşılığı olduğu hatırlanıldığında p miktarındaki para eğer dp ka­dar üretimin dışında bir sanal değer üretmişse bu miktarda piyasada bulunan üretimin para sahibine transfer olması anlamına gelir.
 
Ortada dp kadar bir para varken karşılığı olan reel bir değer oluşturulmamışsa, paranın kendi­sine karşılık bulması ancak eskiden var olan pi­yasadaki değer ile olacaktır ki bu gelir dağılı­mında dengesizliği ve diğer taraftan da ekono­minin kendi içine doğru daralmasını beraberinde getirecektir.
 
Başka bir ifade ile toplam üretim miktarı artmaz iken sürekli olarak belli bir kesimin sahip olduğu parasal miktarın arttığını düşündüğümüzde; bu kesimin toplam üretimden daha fazla pay almaya başladığı, diğer taraftan toplumun geri kalan kıs­mının ise oransal olarak daha az pay aldığı gerçeği ile karşılaşırız.

Para bir tahrik unsuru ve emek ile üretimin karşılığı olarak görüldüğünde, buna uygun eko­nomi politikaları geliştirildiğinde hayat artık biz­ler için çok daha rahat olacaktır. Aksi takdirde yi­ne bugünkü problemlerle boğuşmaya devam ede­ceğimiz bir gerçektir.


1- World Bank Debtor System DRS