Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

FAİZLİ / FAİZSİZ ÜRETİM DENKLEMİ





Faizin diğer ve en önemli tahribatı ise paranın stok edilip belli ellerde toplanmasına sebep olmasıdır.
 
Piyasada bulunan para faizle birlikte belli ellerde belli başlı global sermaye odaklarında toplanmaktadır. Bunun sonucu olarak piyasada herkesin ulaşabileceği bir şekilde bulunduğunda ekonomilerin ihtiyaç duy­duğu tüketimi ve üretimi sağlayacak olan para, piya­sadan çekilip stoklanmaya başladıkça bu vazifesini ifa edememektedir. Sonuç olarak talep daralması olarak baş gösteren kriz resesyon ve nihayet deflasyon ola­rak devam etmektedir.
 
Bu şuna benzer; her yıl dünyamıza yağan yağ­mur aynıdır. Ama eğer bu yağmur dünyanın her yerine orantılı bir şekilde değil de, birçok yerine hiç yağmazken bazı yerlerine aşırı yağarsa dün­yanın birçok yeri çöl olur, az bir yeri de sel altın­da kalır; aynen bu şekilde ekonomide dolaşımda olması herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bir şekil­de piyasada bulunması gereken para bu konumu­nu kaybedip esaret altına alındığında ekonomi çöl haline gelecektir.
 
Herhangi bir şeyin stoklanmasında olduğu gibi paranın stoklanması da onun nominal değerini hak etmediği bir şekilde yükseltmektedir. Bu yük­selişin iki büyük zararı vardır. Birincisi para piya­sada istenilen oranda bulunmadığı için parayı e­linde tutanlar ihtiyaç duyanlardan sadece faiz el­de etmekle kalmıyor. Birçok siyasi ve politik is­teklerini de elde ediyorlar. Bugün borç batağına batmış ülkelerin IMF ve global sermaye sahiple­rinin her dediğine evet demek zorunda kaldığı bi­linen bir gerçektir.
 
Bir örnek ile olayı açarsak, mesela çölde yol­culuk yapan bir grup insan düşünelim. Grupta sadece bir tek kişide su bulunsun diğerleri ise son derece güçlü kuvvetli, gayretli vs olsun. So­nuçta bu yolculukta herkes elinde suyu bulundu­rana muhtaç olacaktır. Eğer aralarında bir yarış olsa idi diğerleri ne kadar gayretli ve çalışkan o­lursa olsun yarışı her zaman elinde suyu tutan kazanacaktır.
 
Aynen örnekte de olduğu gibi paranın stok-lanması onu hem asli görevinden uzaklaştırıyor, hem de reel ekonominin üzerinde baskın unsur haline getiriyor. Reel ekonomi tamamı ile sıcak paraya endeksleniyor, tabii ki nakiti elinde bu­lunduran irade bütün ekonominin kontrolünü ele geçirmiş oluyor.
 
Bugün dünya ekonomisi üzerinde söz sahibi olanlar üretim tesisleri olanlar değil kasasında nakit parası bulunan global tefecilerdir. Burada kendi parasını dünyada konvertibl yapan ülke i­se bütün diğer ülkeler, üzerinde söz sahibidir.
 
Paranın stoklanmasının bir diğer zararı ise sa­hip olacağı nominal değerinin üzerindeki izafi değerden kaynaklanmaktadır. Para ile para ka­zanan bir kimse örneğin 1000 YTL karşılığı yıl­da 250 YTL kazandığında elindeki para miktarı 1250 YTL' ye çıkaracaktır. Paranın emeğin ve buna bağlı üretimin karşılığı olduğu düşünüldü­ğünde para ile para kazanılırken piyasada top­lam üretim artmamakta ama parayı elinde tutan­ların sahip olduğu miktar artmaktadır.
 
Örneğin piyasadaki toplam mal miktarının 100 kalem olduğunu düşünelim başta 1000 YTL' ye sahip olan sermaye sahibi bu 100 bi­rim maldan 10 tanesine sahip iken sonuçta pa­rası arttığı için sahip olabileceği mal miktarı artacak ancak diğer taraftan toplumun diğer kesiminin var olan üretimden elde edeceği pay ise azalacaktır.
 
Eğer bu parayı satan kişi bunu devlete satmışsa devlet bunu ödemek için toplumun diğer kesiminden topladığı vergileri faize aktararak hem gelir transferi­ne sebep olacak, hem de topluma sunması gerektiği hizmeti sunamayacaktır. Bugün ülkemizdeki bütçe yapılarına bakıldığında faiz dışı fazla adı ile toplanan vergilerin rantiyeye aktarıldığı buna mukabil her ge­çen gün yatırım, sosyal ve cari harcamaların kısıldığı görülecektir.
 
Eğer parayı satan kişi bunu ikinci bir şahsa satmışsa bu şahsın gelirini faiz oranı kadar kendisine trans­fer edecektir. Kapitalist anlayış parayı bir mal gibi görmektedir. Nasıl ki ev sahibi evini kiraya verdiğin­de kiracısından kira almaktadır, para sahibi de parası­nı kiraya verdiğinde karşı taraftan belli bir kira almalı­dır denmektedir. Evin kiracıya sunduğu hizmet onun işlevinden kaynaklanmakta dolayısı ile kira olarak ö­denen para bu hizmete karşılık olmaktadır. Faiz olarak verilen para ise paranın zatına ait olmayıp piyasada bulunmamasından dolayı üzerine yüklenen izafi de­ğerden kaynaklanmaktadır. Eğer para herkesin ulaşa­bileceği şekilde piyasada olsa idi hiç kimse paraya fa­iz vermek zorunda kalmayacaktı.
 
Özetle paranın stoklanması toplumun diğer ke­siminden parayı elinde tutanlara gelir akışına se­bep olurken, sermaye sahipleri hem ellerindeki pa­ranın miktarının artmasından, hem de toplumun diğer kesiminin sahip olduğu para miktarının azal­masından dolayı oransal olarak var olan gelirden daha fazla pay almaya başlayacaklardır.
 
Bugün ekonomilerin en ciddi hastalıklarından biri olan gelir dağılımındaki dengesizliğin sebeplerinden biri de budur.
 
Nisan 2005 yılı sonu itibariyle Türkiye Hazinesinin iç borcu 236. 185 Katrilyon TL idi. Oysa fazla değil 2003 yılı başında borcu sadece 149. 870 Katrilyon TL' idi. Hazinenin özel kesime olan borçları ise 2003 yılı başında sadece 70. 763 Katrilyon TL iken Nisan 2005'te bu borç 154.501 Katrilyon TL'ye çıkmıştır. 30 ay içerisinde % 120 artmıştır (17).
 
Acaba Hazinenin borçlu olduğu bu kesim, bu miktarda bir parayı üretim veya ticaretle mi elde etmiştir. Elbette hayır.
 
Hükümet DÎBS senetleri çıkararak para basmakta ancak bu para üretime değil sadece rantiyenin eline gitmektedir. Basılan bu paranın karşılığı üretim olarak ortaya çıkmadığı için piyasada bulunan para karşılık­sız bir paradır. Hükümet de talep enflasyonundan çe­kindiği ve zaten bu borcu ödeyecek gücü olmadığı i­çin sürekli olarak faizle bu parayı yeniden piyasadan çekmekte ve yarayı büyütmektedir.
 
Sonuçta hem vatandaşın gelirleri vergiler kanalı ile bu kesime aktarılmakta böylelikle gelir dağılımında büyük bir uçurum oluşturulmakta, hem de devlet her geçen gün daha da büyük bir borç batağının içerisine çekilmektedir.
 
Faizin yaptığı tahribatlardan biri de talep daralma­sına sebep olmasıdır. Bunun sonucu ortaya çıkan has­talık deflasyondur. Faizin talep daralmasına neden ol­ması birkaç şekilde olur.
 
Yukarıda anlattığımız gibi gelir dağılımında mey­dana gelen bozukluk zaman içerisinde toplumun ciddi bir kısmının tüketme kabiliyetini yitirmesine neden olur.
 
Faiz ödemeleri için vergileri arttırmak zorunda kalan hükümet vatandaşın cebinde bulunan parayı piyasadan çekerek hane halklarının tüketim harca­malarını kısar.
 
Öte yandan faiz ödemelerinden dolayı kamu harcamaları da kısıldığından piyasada ciddi bir talep eksikliği yaşanır. Ayrıca faiz ile birlikte ce­binde parası olan da parasını bankaya yatırdığı i­çin piyasada dolaşan para miktarı iyice azalır. So­nuç deflasyondur. Bir taraftan maliyet enflasyonu diğer taraftan deflasyon aynı anda olduğunda stagflasyon ortaya çıkacaktır.
 
Üretim ile para kazanma mantığının temeli "ka­zan kazan"dır. Çünkü siz üretim veya ticaretle para kazanırken birçok insan için iş imkanı oluşturmak­ta, sadece kendinizi değil diğer bireyleri de gözetip kollamaktasınız. Ama para ile para kazanıyorsanız bu "kazan kaybet" üzerine kuruludur. Çünkü bir ta­raf kazanırken diğer taraf zarar etmektedir.
 
Para ile para kazanma anlayışı yeni iş sahaları açmadığı için talebi arttırmamakta, diğer taraftan da var olan gelirin rantiyeye aktarılması sonucu pi­yasadaki talebi kısmaktadır.
 
Örneğin siz %20 ile paranızı bankaya sattınız. Banka da bunu üreticiye kredi olarak %30 ile sattı, üretici de bunu mamule fiyat artışı olarak yansıttı.
 
Sizin satın alma gücünüz ve buna bağlı talebiniz artmış gibi gözükse de sonuçta sizin cebinizdeki para­nın reel değeri düşecek ve piyasa talebi buna paralel olarak azalacaktır.
 
Faizin yaptığı tahribatlardan biri de işçi ücret­leri üzerinde olmaktadır. Faizle para alan üretici bunu mamule yansıtmak zorundadır.
 
Ancak diğer taraftan faizle piyasadan çekilen para gelir dağılımını bozduğu ve piyasada olmayan para tüketimi kıstığı için ortaya çıkan talep daralmasından dolayı üretici bir karar vermek zorunda kalır.
 
Eğer bu artışı tam olarak mamule yansıtsa zaten ta­lep olmadığı için hiç mal satamayacak ve batacaktır. Eğer hiç yansıtmasa ürettiğinin belki de altında sat­mak zorunda kalacak yine batacaktır. Veya faiz oran­larını fiyata yansıtacak ancak diğer üretim maliyetle­rinden ve kısmen kârından kesintiye giderek fiyatların faiz oranlarından daha az artmasını sağlayacaktır.
 
Diğer üretim maliyetlerinden en kolay aşağıya dü­şürülecek olan da işçi ücretleridir. Çünkü yeterli işgü­cü talebi olmadığı için işçi ücretlerini belirlemede ta­raflar arasında işveren daha ağırlıklı söz sahibidir.
 
Karl Marks kendi görüşlerini açıklarken "artık değer" kavramını ortaya atarak işverenin elde et­tiği kârın işçinin emeğinden çalınan artık bir de­ğer olduğunu ifade etmiştir(18).
 
Halbuki kâr işve­renin hem emeğinin hem de koyduğu sermayesi­nin karşılığıdır. Asıl burada artık değer olan faiz­dir. Faizi zararsız olarak gören Marks işverenin kârını işçinin emeğinin artık değeri görmüştür.
 
Ancak artık değer karşılığı olan faizin ta kendisi­dir. Çünkü faiz ister istemez işçinin alınterinde kesin­tiye sebebiyet verecek böylece hem işçinin alınteri-nin bir kısmı hem de işverenin kârının bir diğer kıs­mı parayı satan iradeye aktarılmış olacaktır.
 
İlk bakışta birbirlerinden farklı iki kutupmuş gibi gözüken kapitalist ve sosyalist anlayışların her ikisi de faizi sistemlerinin merkezine oturtmaktadır. Sos­yal adalet madem gelir dağılımındaki dengeyi elde etmekten geçer, bunu bozan faiz mekanizmasını da devredışı bırakmak herhalde bu yolda atılacak en ciddi adımdır.
 
Kapitalist anlayışın ana hatları ile iki ayağı söz ko­nusudur. Birincisi klasik anlayış veya çağdaş versi­yonu ile monetarist yaklaşım. Diğeri de likidite terci­hi görüşünün sahibi Keynes modelidir. Klasik anla­yışı temellendirirken Adam Smith ekonominin kendi kendine dengede olacağına inanıyor, her arzın kendi­sine denk bir talep oluşturacağını düşünüyordu(19). Biz bunun yanlışlığını değişik vesilelerle izah ettik.
 
Adam Smith'in kafasındaki bu hayali dengeyi sağlayabilmesi için, elde edilen gelirin tamamının tü­ketime aktarılması gerekmekte idi. Îşte klasik anla­yışta yapılan tasarrufların yatırım harcamalarına dö­nüşmesini sağlayan mekanizmanın adı faizdir.
 
Yani klasik anlayışa göre tasarruf ile yatırım ara­sındaki bağ ancak faiz ile kurulabilmektedir.
 
Çağdaş ifadesi ile ödünç verilebilir fonlar teorisine göre yatırım için ihtiyaç duyulan sermaye tasarruflarla oluşturulmuş fonlar aracılığı ile tabii ki belli bir faiz o­ranı karşılığında sağlanmaktadır.
 
Klasik anlayış, sistemini işletebilmek için, kendi mantığına göre faizi, yatırım ile tasarruf arasına oturt­muştur. Elbette sonuç tam bir hüsrandır.
 
Kapitalist anlayışın diğer yaklaşımı; Keynes'e ait olan, para arzı ile para talebi arasındaki dengeyi faiz i­le sağlayan likidite tercihi anlayışıdır(20). Başka bir i­fade ile ihtiyaç duyulan yani talep edilen paranın kar­şılanması için belli bir faiz oranına ihtiyaç vardır.
 
Dikkat edilirse her iki yaklaşımın da temelinde ay­nı mantık vardır. ihtiyaç duyulan paranın karşılanması ancak belli bir faiz oranı ile mümkün olmaktadır. Yani piyasanın ihtiyaç duyduğu paranın -ister buna siz ya­tırım deyin ister para talebi deyin- karşılanması ancak maliyetli para ile olmaktadır.
 
Bu anlayışın neticesi olarak Merkez Bankası'nın piyasanın ihtiyaç duyduğu parayı piyasaya sürmesine şiddetle karşı çıkan kapitalist anlayış aynı ihtiyacın ö­zel bankalar üzerinden faizli para ile karşılanmasını desteklemektedir.
 
Merkez Bankası'nın piyasanın ihtiyaç duyduğu pa­rayı karşılamasına enflasyon olur düşüncesiyle karşı çıkanlar aynı miktarda paranın özel bankalar tarafın­dan kaydi para üretilerek faizli olarak karşılanmasına destek olmaktadır.
 
Diyelim ki siz devlet olarak bir yere okul yapa­caksınız bunu kendi emisyonunuzla karşılamak ye­rine yurt dışından veya içeriden faizle para alarak bu okulu yaptırıyorsunuz.

Kapitalist anlayışın ekonomi teorisi adı altın­da söylediği faizli paranın enflasyona yol aç­mayacağıdır. Ancak aynı miktarda faizsiz para­nın Merkez Bankası kanalı ile karşılanması du­rumunda ise enflasyon meydana gelir. Adeta maliyetli parayı gören enflasyon sesini çıkarmı­yor ama ne hikmetse yerli ve maliyetsiz parayı gören enflasyon birden ayağa kalkıyor.
 
Bu mantıkla özellikle kalkınmaya karar vermiş ülkeler kalkınmaları için ihtiyaç duydukları fi­nansmanları kendi emisyonları üzerinden sıfır maliyet ile karşılama yerine faizle bu sermayeyi elde etme yoluna gitmiştir. Netice olarak kalkın­maya çalışırken kendilerini kısa bir zaman sonra büyük bir borç batağının içinde bulmuşlardır.
 
Bir diğer konu da verimlik meselesidir. Pa­ranın bloke edilmesi sadece paranın belli eller­de bulunmasına sebep olduğu için isteyen her­kes kendi kabiliyetini ortaya koyacak serma­yeye sahip olamamaktadır.
 
Üretim bu paraya maliyetini ödeyerek ula­şanlar tarafından yapılabilmektedir. Yani siz faizini ödemeye razı olsanız bile eğer belli bir teminat gösteremezseniz mesela 1 trilyon lira para alamazsınız.
 
Bu durumda siz çok çalışkan ve çok başarılı bir sanayici ve tüccar olabilecekken günümüz şartla­rında iş bulmakta bile zorlanacaksınız. Bu şuna benzer babadan oğula geçen krallık sistemi mi daha verimli bir sistemdir, yoksa demokratik sis­tem mi?
 
Birinci şıkta, ne kadar kabiliyetli olursanız o­lun, eğer siz kralın oğlu değilseniz başa geçemez­siniz; aynen bu şekilde günümüz şartlarında siz belki dünyanın en başarılı iş adamı olacakken bu sermayeden mahrum kaldığınız için kendinize iş bile bulamayacaksınız.
 
Dolayısı ile faiz ile bloke edilen sadece piyasa­da dolaşan para değil aynı zamanda milletin kabi­liyetidir. Parayı özgürlüğüne kavuşturmak gizli o­lan bu kabiliyetleri açığa çıkaracağı için ekono­milerde verimliliği arttıracaktır.
 
Esasında faiz, sadece faiz verene değil aynı za­manda faiz alana da zarar vermektedir. Çünkü za­man içerisinde piyasa dengelerini bozan faiz pi­yasa aktörlerinin tamamını etkileyecek bir çarpık yapılanmayı da beraberinde getirmektedir.
 
Bugün dünyayı haraca bağlayan global serma­ye adeta kendi bindiği dalı kesmiş, dünya halkla­rının fakirleşmesi diğer mutlu azınlık için de bir felaket olmuştur. Bu çarpık yapılanmanın sonucu artık dünya ekonomileri hem ürettikleri mala pa­zar bulmakta zorlanıyor, hem de toplam üretimin kat kat fazlası para yeryüzünde bulunuyor.
 
Milli Ekonomi Modeli'miz faizi tamamı ile sis­temin dışında tutmaktadır. Böylelikle para özgür­lüğüne kavuşturulacak, hem gelir dağılımında den­ge sağlanacak, hem de üretimin önündeki engeller kaldırılacaktır. Paranın piyasaya sunuluşu tamamı ile maliyetsiz bir şekilde sağlanacağı için ne enf­lasyona zemin hazırlanacak, ne de para faizle piya­sanın dışına çekildiği için talep daralması ve onun sonucunda deflasyon ile karşılaşılacaktır.

17- Hazine Müsteşarlığı, iç Borç Stokunun Alıcılara Göre Dağılımı,
18- K. Marx, Kapital, c. III, kısım 1, s. 56
19- Bkz. İktisat'ın Dama Taşları, II, 2002, İÜ iktisat Fak. Mez. Cem; Doç. Dr. Burak Atamtürk, Klasikler ve Adam Smith
20- Prof. Dr. M.Merih Paya, Para Teorisi ve Para Politikası, s. 123, 2.b. istanbul, Filiz Kitabevi,1999.