Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

MADENCİLİK

Yeraltı kaynakları bir millete ait olan doğal zenginliklerdir. Devletlerin yapması gereken, bu kaynakları milletinin menfaatine millet ile birlikte çıkarmak, işlemek ve satmaktır. Bu kaynakların, ait olduğu ülke menfaatine kullanılmasını isteme­yen küresel güçler ise, bu kaynakları kendi tekel­lerine almak isterler.
 
Bu amaç doğrultusunda o ülkenin ekonomi po­litikalarına müdahale ederek adeta o ülkenin eko­nomik bağımsızlığını kısıtlarlar. Bir ülke, yeraltı kaynaklarını yabancılara çıkarttırıyor ve işleme­den (ham madde olarak) satıyorsa, bu o millete ait olan yeraltı kaynaklarının küresel güçlere ak­tarılması demektir(7).
 
Çünkü birçok ülke, ihraç ettiği yeraltı kaynak­larını işlendikten sonra 100 hatta 1000 kat daha fazla para vererek tekrar satın almaktadır. Global güçler bu yeraltı kaynaklarının maden işletim haklarını alıp, çıkardıkları madenleri işledikten sonra, bu kaynaklara sahip olan ülkelere kat kat pahalı fiyattan geri satmaktadırlar.
 
Daha önceleri ülkelerin kaynaklarını hammad­de olarak satın alıp, işledikten sonra satan küresel güçler, artık direkt olarak maden yataklarını ele geçirerek hammaddeleri de tekellerine almışlardır.
 
Göz önünde tutulması gerekli bir başka nokta da şudur ki; maden potansiyelinin değerlendiril­mesi, değişken (dinamik) bir süreçtir. Değişen e­konomik şartlar ve teknolojik ilerlemeler yeni kaynakların keşfedilmesine imkan sağladığı için ülke rezervlerinde ciddi değişikliklere yol açabilir.
 
Bugün önemli olmayan düşük kalitedeki yatak­lar, madenciliğin ilgisi dışında kalan doğal zen­ginlikler yarın cazip hale gelebilir.
 
Başka bir ifade ile, "bugünün çöpü, yarının ser­veti olabilir". Yeni kaynaklar açısından ülkelerin potansiyelleri çok farklı olabilir ve bu durum ma­den potansiyellerine göre yapılan ülke sıralamala­rını altüst edebilir.
 
Küresel güçler, gelişmekte olan veya geri kal­mış ülkelerin sahip oldukları yeraltı kaynaklarının farkına varılmaması için her türlü yolu denemek­tedirler. Bu ülkelerdeki maden araştırmalarının ö­nünü kesmeye çalışarak, bulunan yeraltı rezervle­rini olduğundan az göstermektedirler. Bu kaynak­ları kendi menfaatleri doğrultusunda kullanabile­cekleri ortam oluştuğunda ise, daha önce olmadığı söylenen kaynaklar bir anda açığa çıkar ve bu kü­resel güçlerin mülkiyetine geçer.
 
Bu konuda son dönemlerde çıkartılan kanun­larla birlikte sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kay­nakları, yabancıların kontrolüne geçen ülkemizi örnek olarak verebiliriz.
 
Mustafa Çınkı'nın Rant Lordları kitabında ül­kemizdeki yeraltı kaynaklarının nasıl küresel güç­ler tarafından ele geçirildiğini detayları ile gör­mek mümkündür (8).
 
Kitaptaki bilgilere göre:

 Rio Tinto   30       Maden Arama Ruhsatı

Cominco 190      Maden Arama Ruhsatı

Yamas     233        Maden Arama Ruhsatı

Tuprak      63        Maden Arama Ruhsatı

Geomar      3          Maden Arama Ruhsatı

Omya       85          Maden Arama Ruhsatı

Normandi 149      Maden Arama Ruhsatı

 
İsimli yabancı firmaların yanında Magnezit, Eldorado, Anatolia Minerals, Odysf resources, BHP madencilik, Norando, Knauf gibi yabancı firmalarının da ruhsatını aldığı maden yatakları­nın toprak ölçümü 400.000 kilometrekareyi aşmış durumda.Yani topraklarımızın yarısından fazlası bugün maden ruhsatı adı altında küresel firmala­rın kontrolünde bulunmaktadır.
 
Türkiye üretim yapılabilecek nitelik ve nice­likteki 50 çeşit maden türüyle, maden rezervleri bakımından belki de dünyanın en zengin ülke­sidir. Ülkemizdeki madenlerin değerinin 3 kat­rilyon Dolar olduğu hesaplanmaktadır. Bu kay­nakların birkaç milyar Dolar karşılığı küresel güçlere devredildiği düşünüldüğünde, ülkemi­zin nasıl bir kuşatma ile karşı karşıya olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
 
Türkiye'nin maden kaynakları bir kıtanın ma­den kaynaklarıyla aynı çeşitlilik ve büyüklükte-dir(9). Nitekim yetersiz aramalara karşın bor, mermer, toryum, trona, zeolit, pomza, selestit, perlit gibi madenlerde dünyanın en büyük re­zervleri ülkemizde bulunmaktadır. Örneğin dün­ya bor rezervinin % 67'si ülkemizdedir. Bilinen altın rezervleri bakımından 6500 ton ile G. Afri­ka Cumhuriyeti'nden sonra dünyada ikinci sıra­da yer almaktadır. Altının yanı sıra, ülkemizin jeolojisi, başta endüstriyel hammaddeler, bakır, kurşun, çinko, gümüş, linyit gibi çok değişik madenler ile ilgili yeni kaynakların bulunmasına elverişlidir. Ülkemiz arama yoğunluğu açısın­dan özellikle geçmişte çeşitli nedenlerle maden­cilere pek cazip gelmemiş olan skarn yatakları i­le son 20-25 yılda ekonomik kaynaklar haline gelen porfiri bakır, epitermal altın gibi düşük te-nörlü yataklar açısından yeterince aranmamıştır. Sürdürülecek aramalarla yeni kaynaklar bulma şansı son derece yüksektir.
 
Madenciliğimizin bugünkü cılız durumunun a­sıl nedeni, kaynak yetersizliği değil, onlardan ye­terince yararlanamayışımızdır. Bulunuşlarının ar­dından onlarca yıl geçtiği halde Siirt-Madenköy bakır-pirit yatağı, Sivrihisar-Beylikahır NTE-toryum-fluorit karmaşık yatağı, Beypazarı trona yatağı, Adana-Aladağ düşük tenörlü krom yatağı, Manisa-Çaldağ nikel yatağı, Hasançelebi demir yatağı ve son olarak yatırımları yabancı şir­ketlerce yapılmış, finansman, teknoloji, pazar so­runları olmayan işletmeye hazır altın yataklarının varlığı bunun açık kanıtıdır. Zengin kaynaklara sahip olmak yeterli değil, bu kaynakları zenginli­ğe dönüştürecek maharete de sahip olmak gerekir.
 
Shell firmasında 20 yıl genel müdürlük yapmış olan Antony Robinson'un dediği gibi, "Bütün A­merikan petrol şirketleri bilir ki, yapılan araştır­malar Türkiye'nin bir petrol denizi üzerinde oldu­ğunu gösteriyor." Çekilen uydu fotoğraflarıyla da bu tespit edilmekte, bilhassa 5.000 metreden son­ra yoğun petrol yatakları görülmektedir. 1980 yıl­larında, yabancılarla yapılan petrol anlaşmaların­da 5.000 metreye kadar inilmesi planlanmışken, 300 metrede aramalar bırakılmış, petrol bulunan yerlerin de üzerine çimento dökülmüştür. Bugün o çimento dökülen kuyularda yapılan çalışmalar­da petrol fışkırmaktadır. Ayrıca Türkiye'de petrol aramak için ayrılan bütçenin çok az olması da, bu kaynakların ortaya çıkmasını istemeyen küresel güçlerin etkinliğinden kaynaklanmaktadır.
 
Ayrıca Türkiye krom, uranyum, demir, man­yezit, trona, pirofillit, feldspat barit, kil, kömür, gümüş ve bazı endüstriyel hammaddelerin üreti­mi ve rezervi bakımından dünyanın söz sahibi ülkeleri arasında yer almaktadır. Bakır, kurşun, çinko, linyit, volfram, boksit, talk, civa, antimu-an, kaolen, zımpara, platin grubu, dolomit gibi madenler de mevcuttur.
 
Ülkemiz maden potansiyelinin kullanımına dayalı sektörlerin geliştirilmesi, Türkiye'de geli­şen sanayi kollarının ihtiyaç duyduğu hammad­delerin dünya piyasaları ile rekabet edebilecek fiyatlarla bu sektörlere verilmesi ve bu kuruluş­lar arasında organik bağların geliştirilmesi ulus­lararası rekabet koşulları dikkate alındığında ül­kemizin dış ticareti açısından büyük önem taşı­maktadır. Bu konuda ülkemizde var olan ve üre­timi yapılan hammaddelerin uzantısında yer alan sanayi kollarının belirlenmesi ve işbirliği ola­naklarının oluşturulmasıyla şüphesiz büyük ya­rarlar sağlanacaktır. Ülkemizde farklı sektörlerin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin aramalarının yapılarak rezervlerinin belirlenmesi, kalite iyi­leştirilmesi gereken ürünler için gerekli teknolo­jik araştırmalar yapılarak bu tesislerin kurulma­sına öncelik verilmesi ve ihtiyaçları doğrultu­sunda üretim hedeflerinin belirlenmesi gerek­mektedir. Ve her şeyden önemlisi bu kaynaklar devlet-millet ortaklığı ile kurulacak şirketler ta­rafından çıkartılmalı ve işlenmelidir.
 

7- Bkz. Mustafa Çınkı, Rant Lordları, Ankara 2004
8- Mustafa Çınkı, Rant Lordları, s. 558- 632
9- Prof. Dr. Güven Önal, Akşam, 02.07.2001