Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

MİLLİ EKONOMİ MODELİ'NDE KAYNAK

İktisatçılar insanların ihtiyaçlarını sınırsız, fakat bu ihtiyaçlara cevap verecek olan mal ve hizmet miktarını sınırlı olarak tarif etmişlerdir. Buna gerek­çe olarak kaynakların sınırlı olması gösterilmiştir. Şu âna kadar îktisat ilmi de, bu sınırlı kaynaklardan yola çıkarak sınırsız ihtiyaçları karşılama ilmi ola­rak tarif edilmiştir.
 
İnsan bahsinde esasında insanın ihtiyaçlarının sınırlı, ihtiraslarının sınırsız olduğunu ifade et­miştik. însanın ihtiyaçları konusunda yanılan ikti­satçıların bir diğer yanılgısı da kaynakların sınırlı olduğu zannıdır. Esasen sınırsız olan ihtiyaçlar değil, kaynaklardır.
 
Kaynakları sınırlı olarak gören ekonomistler, arz yanlısı modeller geliştirerek, üretime odaklanmış­lardır. Çünkü bu mantığa göre ihtiyaçlar sınırsız ol­duğu için tüketimde her zaman fazlalık olacağından ekonominin asıl çözülmesi gereken problemi tüke­tim değil, üretimdir. Ancak bugün gelinen noktada ekonomilerde deflasyonun yani tüketim eksikliğinin ortaya çıkmış olması, var olan üretim hacmini bile karşılayabilecek tüketimin olmaması bu modellerin yanlış temeller üzerine oturduğunu ispatlamaktadır.
 
Yani, insanların var olan arz miktarını çok kı­sa zamanda bitirmeleri gerekirken, oluşan arz fazlaları iktisat modellerinin olaylara bakış açı­sındaki yanlışlığını ortaya koymaktadır.
 
Deflasyon hastalığı ihtiyaçların sınırsız oldu­ğu zannını temelden çürütmektedir. Aksine çağı­mızda ekonomileri bekleyen en büyük tehlikenin tüketimde yaşanan darlık olduğu ortadadır.
 
Ürettiği mal ve hizmetleri tüketemediği için stokları her geçen gün artan kapitalist anlayış, diğer taraftan artan dünya nüfusunu problem o­larak görmüş, gerek savaşlarla, gerekse açlık ve doğum kontrolleri ile nüfusun azaltılmasını des­teklemiştir. Doğum kontrolünü olmazsa olmaz bir çözüm olarak özellikle Afrika ve Asya insa­nına dayatmışlardır.
 
Biraz dikkatli bakınca dünyada ve uzayda sı­nırsız kaynaklara sahip olduğumuzu görmek mümkündür. Etrafımızda âtıl duran bu kaynakla­rı devreye sokmak için sadece ihtiyaç duyulan bilimsel araştırmaların ve yatırımların yapılması yeterlidir.
 
Her geçen gün teknolojinin ilerlemesi ile dün bizim için bir şey ifade etmeyen birçok madde artık hayatımızın bir parçası haline gel­miştir. Enerji olarak dün karbon eksenli yakıt­ları tanıyan dünya bugün hidrojen eksenli ya­kıtları da kullanmaya başladı. Dün belki de hiçbir değeri olmayan bor madenleri bugün al­tın kıymetinde. Nükleer enerjiden istifade et­meye başlayalı yıllar oldu.
 
Sahip olduğumuz bilgi birikimi arttıkça kaynaklar­dan istifademiz de katlanarak artmaktadır. Tükenme­ye başladığı söylenen bir kaynağın yerini, bilgi ve teknolojide sağlanan gelişmeler sayesinde bir başka kaynak almaktadır.
 
Bütün bu gerçekler açık bir şekilde ortada olması­na rağmen ekonomi modelleri, şu ana kadar, bu doğ­rulara sırtını dönerek, âfâki görüşlere yer vermiştir.
 
Yine yaşadığımız dünyada mükemmel bir den­ge ile karşı karşıyayız. Ekoloji bilimi bize doğada müthiş bir denge ve geri besleme sistemleri oldu­ğunu gösteriyor. Örneğin biz nefes alırken oksijen tüketiyoruz ama kullandığımız oksijen bitmiyor sürekli bitkiler tarafından yenileniyor, onların ih­tiyaç duyduğu karbondioksiti ise biz sağlıyoruz.
 
Yine azot olsun, dünyaya yağan yağmur mikta­rı olsun, ozon tabakası olsun doğada bulunan bü­tün maddelerde muazzam bir dairesel döngü söz konusudur. Yeri gelmişken hemen belirtelim ki böyle bir dengenin tesadüfler sonucu olduğunu söylemek, elbette bunu sağlayan îrade'ye karşı büyük bir nankörlüktür.
 
Böyle bir îrade'nin olmadığını varsaydığımızda doğada ne kadar düzen olabilirse, başıboş bir ser­bestlik üzerine kurulu ekonomiler de ancak o kadar başarılı olabilir. Doğada var olan denge nasıl bir îra­de'nin varlığını gösteriyorsa, serbest piyasa anlayışı da ekonomilerde bir o kadar kaosa sebep olmaktadır. Sınırsız kaynaklara sahip olmamıza rağmen, günü­müzde dünya nüfusunun büyük bir kısmının açlık çekiyor olması hatta bir kesimin her yıl açlıktan ölü­yor olması da bunun ispatıdır.
 
Dünya hem sınırsız, hem de sürekli yenilenen kaynaklara sahiptir. Bu kaynakları kullanıp kul­lanmamak, yok edip etmemek bizim elimizde. Asıl bugün kontrol altına alınması gereken insan nüfusu değil, bu kaynaklara dünyadaki doğal den­geleri bozacak şekilde zarar verenler ve onları kendi kontrollerinde stoklayanlardır.
 
Kaynaklardan daha fazla istifade etmek, daha fazla işgücüne de bağlıdır. Artan nüfus yeni iş­gücü demek olduğu için, yeni kaynakların dev­reye konmasına imkan sağlamaktadır. Mesela, doğru bir tarım politikası ile kazanılacak her yeni işgücü topraktan daha fazla istifade etme­mizi sağlayacaktır.
 
Ayrıca sınırsız olan kaynakları açığa çıkartmak için, para muhakkak bir tahrik unsuru olarak kul­lanılmalı ve emek devreye konulmalıdır.
 
Bugün geliştirilecek ekonomi politikalarının gayesi, ekosistemi bozmadan nasıl olur da sınırsız olan kaynaklardan gerektiği kadar istifade ederiz olmalıdır.
 
Kaynakların belli eller etrafında toplanması on­ların verimli olarak kullanılmasını imkansız hale getirmiştir. Adeta sınırsız olan kaynaklar belli el­lerde tekelleşince, yetersiz ve sınırlı hale gelmiş­tir. Dolayısıyla, bir millete ait kaynakların o mil­letin ortak değerleri olduğunu ifade etmek zorun­dayız. Özellikle büyük sermaye ve teknoloji ge­rektiren enerji ve yeraltı kaynaklarının işletilme­sinde devlet-millet işbirliği gerekmektedir.

Dünyada en zengin kaynaklara sahip ülkelerin bir çoğunun, en fakir ülkeler olduğu hatırlanıldı-ğında, bu yeraltı kaynaklarının belli birkaç gru­bun kontrolünde olduğu görülecektir. Özgürlükle­rin önünü açtığını söyleyen kapitalist politikalar, söz konusu, enerji ve yeraltı kaynakları olduğun­da, bunların devlet eli ile halkın kullanımına açıl­masından ziyade belli ellerde tekelleşmesini sa­vunmaktadırlar. Oysa olması gereken, ülkelerin kalkınmasına temel olan her türlü yeraltı ve ye­rüstü kaynaklarının bütün insanların kullanımına açılmasıdır.
 
Tabiatta olup da faydası olmayan hiçbir madde yoktur. Öyleyse kurulacak sanayi tesislerinin en­tegre sistemlerden oluşması da gereklidir. En ge­nel manada, var olan her şey bir kaynaktır ve bir­birine zincirleme bağlıdır.