Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

MİLLİ EKONOMİ MODELİ'NDE İNSAN

Milli Ekonomi Modelinde İnsan
 
İnsan, ekonomi politikalarının hem hedefi, hem de konusudur. Ekonomi politikalarının gayesi insana da­ha yaşanabilir, daha rahat bir dünya sunmaktır. Elbette politikaların istenilen neticeler vermesi muhatabın doğru tanınmasına bağlıdır. İnsanı yanlış tarif eden bir ekonomi modelinin doğru neticeler elde etmesi müm­kün değildir.

Maalesef bilinen ekonomi modelleri, kendi sistem­lerine uygun bir insan tarifi yapmışlardır. Mesela kendi çıkarlarını en yüksek düzeye çıkarma amacı güden ho­mo economicus (iktisadi insan) kapitalizmin modelini üzerine inşa ettiği insandır(11).

Yapılması gereken; in­sanın doğasından kaynaklanan, gerçek özelliklerinden yola çıkarak onu tatmin edecek bir ekonomi modelini hayata geçirmek olmalı idi. Milli Ekonomi Modeli'ni izah ederken, işe "önce insan"ı tarif ederek başlayalım.

Öyleyse ekonomiyi ilgilendiren yönüyle insan nedir? Bütün ekonomi modelleri, insanın ihtiyaç­larının sınırsız olduğu yanılgısındadır.

Sınırsız olan insanın ihtiyaçları değil, ihtiraslarıdır. İnsanın doymayan tarafı karnı değil, gözüdür(12).
Ancak şu ana kadar, insanın ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar ise sınırlı görülmüştür. Haddi zatında sı­nırsız olan kaynaklardır. Sınırlı olan ise ihtiyaçlardır.

İnsanın ihtiyaçlarının sınırlı olmasına ve bu ka­dar sınırsız kaynak bulunmasına rağmen, dünya nüfusunun büyük bir kısmının açlık çekiyor olması şu ana kadar uygulanan ekonomi modellerinin ve politikalarının inanılmaz yanlışlar içermesinden kaynaklanmaktadır.

Gerçek olan şudur ki; insanın yemek, içmek, ı­sınmak, giyinmek, barınmak vb. çok karmaşık ol­mayan sınırlı ihtiyaç kalıpları varken; bu ihtiyaçla­rını karşılamak için dünya üzerinde yüzlerce, hatta binlerce bilinen ve bilinmeyen kaynak mevcuttur.

Kapitalist ekonominin kuramcıları, -başta Malthus gibi karamsar ekonomistler olmak üzere-"ihtiyaçları sınırsız, kaynakları sınırlı" gördükleri için nüfusun belli bir oranda tutulmasına gayret göstermişler, böylece doğum kontrolleri bu eko­nomi modellerinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır(13).

Yine sömürgeci ülkeler de, kaynakların sınırlı olduğu yanılgısından yola çıkarak, bu kaynakların dünya insanlığına yetmeyeceği sonucuna varmış ve bunları kendi kontrollerine almak için dünyayı kana bulamışlardır. Elbette sömürgeciliğin tek se­bebi bu değildir, ancak bu anlayışın kökleri kay­nakların sınırlı, ihtiyaçların sınırsız olduğu yanılgı­sına dayanmaktadır.

Temel prensip olarak üretimi karşılayacak talebin oluşturulması ve yoğunlaşması hedefine kilitlenmesi gereken ekonomi modelleri, tam tersi bir yaklaşımla çözümü talebin kısılmasında görmüşlerdir. Neticede insanlık adeta varlık içinde yokluk çekmiştir.

İnsanla ilgili bir diğer konu da bireylerin davranış­larının hangi şartlarda ve ne derecede toplum çıkarla­rına katkıda bulunabildiğidir.

Acaba tamamı ile serbest ve kuralsız bırakılan bi­reyler ekonomiyi hangi şekilde etkiler? Ekonominin i­lerlemesine mi katkıda bulunur, yoksa ekonominin dengelerinin bozulmasına mı neden olur?

Gerek canlı, gerekse cansız varlıklar olsun hep­sinin bağlı olduğu bazı kurallar vardır. Bir sabah kalktığımızda Ay'ın başka bir yörüngede dönmeye başladığını görmemiz mümkün olmadığı gibi, ko­yunun ot yerine et yediğini görmemiz de mümkün değildir. İster canlı, ister cansız varlıklar olsun in­san dışındaki varlıkların tamamı belli kurallar çer­çevesinde mükemmel bir düzen içerisinde ömürle­rini sürdürürler. Tabiatta, insanın müdahil olmadığı olaylarda mükemmel bir nizam olduğu doğrudur. Ancak bu kuralı, söz konusu insan olduğunda ay­nen alıp uygulamak son derece yanlıştır.

Çünkü insan bütün bu varlıklar içerisinde irade ve tercih sahibi olan tek varlıktır. Bir elektron kendi ter­cihini kullanarak yönünü değiştirip çekirdeğe çarpa­rak bir nükleer patlamaya neden olmaz ama her in­san, her zaman tercihini hem kendi yararına, hem de toplumun yararına kullanabilir mi?

Bütün insanlar için buna evet demek elbette müm­kün değildir. İstisnalar da kaideyi bozmaz. Özellik­le toplumun çıkarları ile kişisel çıkarların çeliştiği ortamlarda bireylerin tercihlerini toplumdan yana kullandıkları nadiren karşılaşılan bir durumdur.

Akşam herkesin evine erken gitmek için acele etmesinin akşamki trafik sıkışıklığının en büyük sebebi olduğu bilinen bir gerçektir. Veya bir kar­gaşa anında herkesin bir noktaya hücum etmesiy­le ortaya çıkacak olan sıkışıklık kaçınılmazdır.

Kâinatta nasıl bir doğal denge varsa, insanı il­gilendiren konularda, insan davranışları müspet manada yönlendirilmediğinde birey ile toplum çı­karları arasında da bir o kadar uyumsuzluk söz konusudur. Dikkat edilirse toplumsal hayatta en basit olaylarda bile bireyin hayatını düzenleyen gerek hukuki, gerekse ahlaki birçok kural vardır. Bir apartmanda bile canımız istiyor diye radyo­nun sesini sonuna kadar açamayız.

İnsanların bazen verdikleri kararlarla kendilerine bile zarar verdiği bilinen bir gerçektir. İşte uyuşturu­cu ve kumar bağımlısı insanların hayatı ortadadır. Kendisine bile zarar verebilen insanın toplumsal o­laylarda her zaman toplumun yararına adım atacağı­nı söylemek herhalde işin doğasına aykırıdır.
Liberal anlayışlar, insan ile eşyayı birbirine ka­rıştırarak, eşyanın tabiatındaki dengenin insan için de geçerli olduğunu zannetmişlerdir. Ancak yaratı­lışı itibarı ile insan kendi içerisinde sürekli bir mü­cadele ve değişim içerisindedir.
 
Bu mücadelede eğitilmesi gereken insan aksine tamamen başıboş bırakıldığında, kendi çıkarından başka hiçbir ölçü tanımayacağı için çok rahatlıkla banka hortumlayabilir, devleti soyabilir, kendi ada­mını da kayırabilir, hatta insanlar açlıktan ölse bile elindeki gıda ürünlerini daha pahalıya satmak için bunları stok edebilir.
 
Bugün liberalizm adına insana tanınan sözde serbestlik, beraberinde toplumun büyük bir kesi­minin hem mağdur edilmesine, hem de yolsuzluk ekonomisinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
 
İşin bir başka noktası da, liberalizmden yola çı­karak piyasalar için en uygun anlayışın tam ser­bestlik olduğunu savunanlar, söz konusu kendi çı­karları olduğunda birçok yasağı hayata geçirirler. Liberalizm adına bugün Türkiye'de tarım ürünleri­ne getirilen yasaklar, Merkez Bankası'nın hazine­ye borç vermesine getirilen yasaklar, yerli üretime verilen desteklemelere getirilen kısıtlamalar ve da­ha yüzlercesi yazılabilir. Öyleyse yapılması gere­ken serbest piyasa adı altında toplumu birkaç kişi­nin kontrolüne terk etmek yerine, toplumun her ferdini koruyup kollayan bir ekonomi modelini ha­yata geçirmektir.
 
Güçlünün karşısında zayıfın korunmadığı bir or­tamda, sonuçta tüm ekonominin zarar görmesi ka­çınılmazdır. Dikkat edilirse monopol (tekel) piya­salarda istenilen verimin elde edilememesinin se­bebi de bireysel tercihlerin toplumsal çıkarların ö­nüne geçmesidir.

11- Bkz. A. Smith, Milletlerin Zenginliği
12- Prof. Dr. Haydar Baş, iman ve insan, s. 128
13- Prof. Dr. Rona Turanlı, Malthus'un Nüfus Kuramı ve A.G.Ü., s.31