Milli Ekonomi Modeli
Prof. Dr. Haydar Baş

3– SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE SÖZDE DEMOKRASİ PROJESİ YÖNTEMİ

Ülkelerin kontrolleri için 1980’li yıllara kadar diktatörleri destekleyenler, o ülkelerdeki halk hareketlerinin önüne geçemeyeceklerini gördüklerinde; tam tersi bir uygulama içerisine girdiler. Bu tarihten sonra kullanılan sloganlar “demokrasi ve insan hakları” oluverdi. İnsan hakları adı altında “çok kültürlü”lük ve “azınlık” hakları kavramları devreye konarak, devlet lerin içlerinden milli bütünlüğü bozacak ve “devlet–millet çatışması”nı sağlayacak faaliyetler başlatıldı.

Etnik parçalanma ile, güçlü devletler yerine her şeyi ile global firmaların kontrolüne ve ABD hegomanyasına dahil olmuş devletçikler hedeflenmektedir.

Sözde demokrasinin desteklenmesi adı altında oluşturulan sivil toplum kuruluşları, devletlerin idari yapılanmasına ve hükümetlere yön vermeya başlamışlardır. Hem global tefecilerin çıkarlarına hizmet eden bu zümre sayesinde; bu güçler, ellerini bu tarz kirli işlere sokmamakta, hem de bu yöntem çok daha ucuza mal olmaktadır. Çok az paraya değerlerini ve kimliklerini satan bu azdan da az grup üzerinden yürütülen sözde demokrasi projesi ile, kitleler yönlendirilmektedir. Böylece devlet kendi milleti ile, millet de kendi devleti ile kavgalı hale getirilerek, bilerek veya bilmeyerek global odakların ve sömürgeci ülkelerin çıkarlarına hizmet etmektedirler.

Özellikle Müslüman ülkelerde dindarların kendi topraklarında “inançlarını yaşayamadıkları” iddiası ile, kitleler, önce kendi devleti ile kavgalı hale getirilmiş; ancak dini yaşantının AB ve ABD gibi sözde uygar toplumlarda yaşanacağı yalanları ile, devletinden koparılan kitleler emperyal devletlerin istismarına açık hale getirilmiştir. Bunu izleyen sürecin hemen ardından şimdilerde ise “dinlerarası diyalog” adı altında kendi kültüründen ve toprağından koparılan kitlelerin, dinleri değiştirilerek topraklarının ve kaynaklarının “global odaklar tarafından sömürülmesine tepkisiz” hale getirilmek istenmektedir.

İşin ilginç tarafı, dün güya din adına kendi devletleri ile kavga edenler, bugün kendi inançları ile taban tabana zıt olmasına rağmen yabancı devletlerle kol kola vaziyettedirler.

Bu bağlamda eski CIA ajanı Philip Agee’nin itirafları son derece manidardır:

“Liberal demokrasi ve çoğulculuk denen şey sonuçta bu amaçlarımız için bir araçtı. Özgür seçimler demek, gerçekte bizim desteklediğimiz adaylara gizliden para ödeyerek müdahale etmemiz demektir. Hür sendikalar demek, bizim kendimize bağlı sendikalar kurma hürriyetimiz demekti. Basın özgürlüğü demek, bizim hazırladığımız materyalleri kendisi yazmış gibi yayınlayan gazetecilere ödeme yapma özgürlüğümüz demekti.

Seçilmiş bir hükümet, ABD’nin iktisadi ve siyasal çıkarlarını tehtid etmeye başlarsa görevden uzaklaştırılmalıydı. Sosyal ve iktisadi adalet, halkla ilişkilerde hoş kavramlardı, hepsi o kadar... " (64).

1983 yılında ABD Kongresi’nin onayı ile NED (National Endowment for Democracy), yani Ulusal Demokrasi Fonu kuruldu. Eski CIA ajanı Ralph Mcgehee, NED’in görevlerini şöyle anlatmaktadır:

“CIA’nın ülkelerin karıştırılması operasyonlarında kullanılan birçok işlevin NED’e transfer edilmesiyle, Demokrasi için Ulusal Fon’un kullanımına gidildi. CIA’in örtülü eylemlerine ek olarak, Uluslararası Kalkınma Ajansı (AID) ve Birleşik Devletler İstihbarat Ajansı (USIA) da “demokrasi yayma” operasyonlarında yer almaktadırlar.

Avrupa’da yerleşik ve çoğu Birleşik Devletler tarafından para ile beslenen hükümet–dışı örgütler (STÖ / Sivil Toplum Örgütleri) de, doğrudan ve dolaylı olarak bu operasyonlarda yer alıyorlar. Bu tür örgütler, aşağı yukarı açıktaysalar da, CIA, hükümetleri destekleme ve yıkma gibi birincil rolünü elde tutmaktadır” (65).

Bugün dünyanın bir çok köşesinde, insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, dini özgürlükler, kültür araştırmaları, sosyal yardımlar ve sağlık taramaları adı altında binlerce dernek, işadamları kuruluşları, sivil toplum örgütleri, fikir üretim merkezleri, maalesef yabancı odaklardan aldıkları paralar ile o ülkelerin ve global sermayenin çıkarlarına hizmet etmektedirler.

Gerek basın kuruluşları üzerinden halkın yönlendirilmesinden tutun da, hükümetlere yapılan baskılarla yasama, yürütme ve yargıya müdahale kadar devletlerin iç işlerine müdahale etme fırsatı bulan bu odaklar, demokrasi söylemleri adı altında hem demokrasinin işlemesine engel olmakta, hem de insan haklarını hiçe saymaktadırlar.

Sosyal Devlet/Milli Devlet modelinde her şeyden önceher hangi bir dernek, vakıf, sivil toplum örgütü veya düşünce kuruluşunun dışarıdan maddi yardım almasına müsaade edilmeyecektir. Zira zaten gerekli finansman desteği, Sosyal Devlet/Milli Devlet tarafından sivil toplum örgütlerinesağlanacaktır.

Proje adı altında yabancı ülkelerden alınan para ile, yerliülkenin çıkarlarına hizmet edileceği iddiası akla uygun gelmemektedir. Hiçbir ülke ve hiçbir devlet, kendi toplumsal gelişimine katkıda bulunacak çalışmalar için, başka ülkelerden gelen kaynaklara bel bağlayamaz.

Global sermaye sahipleri, kalkınmakta olan ülkelere borç para verirken bile bunun geri ödemesinde en yüksek orandan faizini isterken; gelişmekte olan ülkelerin sivil toplum örgütlerine toplumsal gelişimin sağlanması için karşılıksız hem de birçok kez para verdiğine inanmak hiç mümkün değildir.

Hayatın akışına ters olan bu süreci Sosyal Devlet/Milli Devlet kabul etmemekte; ülkelerin kendi toplumsal gelişimi ne katkıda bulunacak her türlü vakıf veya dernek çalışmala rının finansmanı gönüllü yerli vatandaşlar ve devletin desteği ile karşılanmasına olanak tanımaktadır.

Demokrasi, milletin iradesinin üstünlüğünü esas aldığına göre, bu iradeyi engelleyecek veyahut yönlendirecek hiçbir dış güce müsaade edilmeyecektir. Ancak o zaman millet, kendi hür iradesi ile idareye yön verebilir; ancak o zaman özgürlüklerden ve insan haklarından bahsedilebilir.


64– Philip Agee, On the Run s. 76
65– Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında, s. 25–26