Kapitalist ve sosyalist sistemin temeli faizin pek çok ekonomik problemin kaynağı olduğunu, paranın vazifesini engellediğini, ekonomiyi çölleştirdiğini, kabiliyetlere ket vurduğunu, bağımsızlığı yok ettiğini, alanı bile zarara uğrattığını savunan Prof. Dr. Haydar Baş, Milli Ekonomi Modeli’nde faizin tamamen sistemin dışına çıkarılacağını, paranın özgürlüğüne kavuşturulacağını söyledi.
26–27 Kasım 2005 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Uluslararası
Milli Ekonomi Modeli Kongresi’nde bilim adamları tarafından tartışılan
ekonomi modelinin sahibi Prof. Dr. Haydar Baş, kongrenin kapanışında
yaptığı konuşmanın bugün yayınlayacağımız bölümünde, “ekonomilerin
dengesini bozan ve sermayenin belli ellerde toplanmasına yol açmak
suretiyle sosyal adaletin gerçekleşmesine mani olan iktisadi bir
hastalık” olarak telakki ettiği faiz konusuna değindi. Prof. Dr. Baş,
şunları söyledi:
Paranın vazifesine engel oluyor
“Günümüzde
ortaya çıkan resesyon, stagflasyon, deflasyon, enflasyon, işsizlik gibi
pek çok ekonomik problemin ana kaynağı da yine faizdir. Ekonomilerin
asıl hedefi olan ‘piyasanın dengede olması’ faiz ile imkânsız hale
gelmektedir. Paranın ‘faiz esareti’ altında olduğu ekonomilerde para,
vazifesini ifa edemediği için ekonomileri dengeye getirecek veya dengede
tutacak üretim ve tüketim mekanizmaları işleyememektedir. Üretim ve
tüketim için herkesin cebinde olması gereken para, faiz ile piyasada
insanların elinde serbestçe bulunamamakta ve belli ellerde
stoklanmaktadır. Faiz paranın belli ellerde stoklanmasına sebep
olmaktadır. Faiz maliyeti arttırmakta, bu da enflasyona sebep
olmaktadır. Dünyada toplam üretim ve ticaret hacminin çok üstünde bir
para, faiz geliri elde etmek üzere piyasalardadır.”
Bağımsızlığı yok ediyor
“Başta
kalkınmakta olan ülkeler olmak üzere dünya ülkelerinin bir çoğu, belli
başlı sermaye gruplarınca adeta haraca bağlanmış durumdadır. İlk başta
yatırım ve üretim için bu sermaye gruplarından para alan ülkeler, zaman
içerisinde önce aldıkları parayı ödemek, daha sonra da aldıkları paranın
faizini ödemek için tekrar para almak zorunda kalmaktadırlar. Netice
ülkemizde de örneğini yaşadığımız gibi, toplanan vergilerin tamamı halka
hizmet içim kullanılmak yerine, bu global sermayedarlar ve onların
yerli taşeronlarına aktarılmaktadır. Oysa bu bile borçların ödenmesine
yetmemekte, borçlar her geçen gün katlanarak artmaktadır. Faizle alınan
bu borçlar, ülke ekonomilerinin tamamen belli başlı yabancıların
kontrolüne geçmesine yol açar. Artık böylesi ülkeler için hem ekonomide
hem de siyasette bir bağımsızlıktan bahsedilemez.”
Maliyet enflasyonunun sebebi
“Faiz
ekonomilerde büyük tahribata yol açmaktadır. En başta maliyetleri
arttırmaktadır. Üretici veya pazarlamacı ister yatırım için, ister
üretim veya pazarlama için elde ettiği paranın maliyetini ürettiği ürüne
veya hizmete yansıtmak zorundadır.
Bu da ‘maliyet enflasyonu’na
sebep olacaktır. Yani faiz oranları arttıkça fiyatlar da maliyetlerden
dolayı artacaktır. Milli Ekonomi Modeli’nde izah ettiğimiz faizin bu
temel sakıncası, kapitalist anlayışta tam tersi olarak
değerlendirilmiştir. Buna göre, artan faiz oranlarının, tüketimi,
dolayısıyla fiyatları aşağı çekmesi gerekiyordu. Yapılan çalışmalar ise
bir çok ülkede faiz oranları arttıkça fiyatların da arttığını
göstermiştir. ‘Gibson paradoksu’ olarak adlandırılan bu durumu izah
ederken Fisher ve Viksel, enflasyon beklentilerinin veya fiyat
artışlarının fiyatları yukarıya çektiğini iddia etmektedir. Oysa
fiyatlar genel düzeyi ile faiz oranlarının aynı anda artmasının sebebi
Milli Ekonomi Modelinde ortaya koyduğumuz gibi son derece basittir: Siz
parayı maliyetli hale getirirseniz bunun, üretilen mamulün maliyetini,
dolayısıyla fiyatını yukarıya çekmesi kaçınılmazdır. Dikkat edilirse
enflasyon, faiz oranlarını değil, tam tersine faiz oranları üretim
maliyetlerini, yani enflasyonu yukarıya çekmektedir.”
Ekonomi çöl haline gelir
“Faizin
bir diğer ve belki de en önemli tahribatı, paranın belli ellerde
stoklanmasına sebep olmasıdır. Piyasada bulunması gereken para, faiz
sayesinde sermaye gruplarının elinde toplanır. Bunun sonucunda piyasada
herkesin ulaşabileceği bir şekilde bulunması gereken para, piyasadan
çekilmekte; ekonominin ihtiyaç duyduğu tüketim ve üretimi sağlayacak
para, bu vazifesini ifa edememektedir. Piyasalarda ‘talep daralması’
olarak başlayan bu durum, resesyon ve nihayet deflasyon şeklinde devam
etmektedir. Paranın stoklanması ile ortaya çıkan durumu şu örneğimizle
biraz daha açalım: Her yıl dünyaya düşen yağmur miktarı aynıdır. Bu
yağmur, dünyanın her yerine orantılı bir şekilde değil de, birçok yerine
hiç yağmazken, bazı yerlerine aşırı yağarsa; dünyanın bazı bölgeler çöl
olurken, az bir yeri de sel alır. Aynen bu şekilde ekonomilerin dengesi
için piyasada herkesin rahatça ulaşabileceği şekilde bulunması gereken
para, yalnızca bir grubun elinde stoklanırsa ekonomi çöl haline
gelecektir.”
Global tefecilerin silahı
“Paranın
stoklanması, onun nominal değerini hak etmediği şekilde yükseltir. Bu
yükselişin iki zararı vardır. Birincisi, para piyasada istenilen oranda
bulunmadığı için parayı elinde tutanlar, borç verdikleri paradan
yalnızca faiz geliri elde etmekle kalmazlar; bu yolla birçok siyasi ve
politik taleplerini de elde etmektedirler.
Bugün borç batağına
düşen Türkiye gibi ülkelerin IMF ve global sermaye sahiplerinin her
dediğine ‘evet’ demek zorunda kaldığı yaşadığımız bir gerçektir. Bu
durumu bir de şu örnekle değerlendirelim: Çölde yolculuk yapan bir grup
insanı ele alalım. Eğer grupta sadece bir kişinin elinde su bulunuyorsa,
grubun diğer fertleri ne kadar güçlü, kuvvetli veya gayretli olursa
olsun herkes elinde su bulunan insanın dediğini yapmak zorundadır.
Aralarında bir yarış olsa idi; diğerleri ne kadar gayretli ve yetenekli
olursa olsun kazanan yarışçı, elinde suyu bulunduran kişi olacaktır. Bu
örnekteki durum, dünya para piyasaları için de geçerlidir: Paranın
stoklanması, hem onu asli görevinden uzaklaştırmakta, hem de reel
ekonominin üzerinde bir baskı unsuru haline getirmektedir. Reel ekonomi,
tamamen sıcak paraya endeksleniyor; haliyle de nakiti elinde bulunduran
irade tüm ekonominin kontrolünü eline geçirmiş oluyor. Nitekim bugün
dünya ekonomisi üzerinde söz sahibi olanlar, üretim tesisleri olanlar
değil, kasasında nakiti olan global tefecilerdir. Kendi parasını dünyada
konvertibl yapan ülke ise, diğer ülkeler üzerinde söz sahibidir.”
‘Faiz dışı fazla’ oyunu
“Paranın
stoklanmasının bir diğer zararı ise, sahip olacağı nominal değerinin
üzerindeki izafi değerden kaynaklanmaktadır. Para ile para kazanan bir
kişi, örneğin 1000 YTL karşılığı yılda 250 YTL kazandığında elindeki
para miktarı 1250 YTL’ye çıkacaktır. Paranın, ‘emeğin ve üretimin
karşılığı olma’ vasfı dikkate alındığında; para ile para kazanılması
halinde bir üretim olmamakta, üretimde bir artış meydana gelmemekte, ama
parayı elinde tutanların sahip olduğu para miktarı artmaktadır.
Piyasadaki toplam mal miktarının 100 kalem olduğunu düşünelim. Başta
1000 YTL’ ye sahip olan sermaye sahibi bu 100 birim maldan 10 tanesine
sahip iken, sonuçta parası faiz yoluyla arttığı için sahip olabileceği
mal miktarı artacak; diğer taraftan ise toplumun diğer kesiminin var
olan ‘üretimden elde edeceği fayda’ ise azalacaktır. Eğer parayı satan
kişi, bunu devlete satmışsa, devlet bu parayı karşılayabilmek için
topladığı vergileri borç faizine aktararak hem sözkonusu tefeciye gelir
transferi yapmış olacak, hem de topluma sunması lazım gelen hizmeti
sunamayacaktır. Bugün ülkemizde ‘faiz dışı fazla’ adı altında toplanan
vergilerin rantiyeye aktarıldığı, buna mukabil her geçen gün yatırım,
sosyal ve cari harcamaların kısıldığı görülecektir. Eğer para, bir şahsa
satılmışsa; o zaman da şahsın geliri, aldığı borcun faiz oranı kadar
parayı satana transfer edilecektir. Faizin bu özelliği, Kapitalist
anlayışta ‘paranın bir mal gibi görülmesi’nden kaynaklanmaktadır. ‘Nasıl
ki ev sahibi, evini kiraya verdiği zaman bunun karşılığında belli bir
kira alıyorsa; bunun gibi parasını kiraya veren kişi de belli bir kira
almalıdır’ deniliyor. Oysa ki evin kiralanmasında kiracıya sunulan
hizmet onun işlevinden kaynaklanmakta, kira olarak ödenen para da bu
hizmetin karşılığı olmaktadır. Ama faiz olarak verilen para ise, paranın
piyasada bulunmamasından dolayı üzerine yüklenen izafi değerdendir.
Eğer para herkesin ulaşabileceği bir şekilde piyasalarda yer alsa idi,
kimse paraya faiz ödemek zorunda kalmayacaktır.”
Borçlar neden sürekli artıyor?
“Şu
anda Türkiye’nin iç borcu 250 katrilyon civarındadır. Acaba bu paraya
sahip olanlar, bu miktarı üretim veya ticaretle mi kazanmışlardır?
Elbette hayır. Hükümet DİBS senetleri basmaktadır; ancak bu para,
üretime değil, direkt rantiyenin eline gitmektedir. Basılan bu paranın
karşılığı üretim olarak ortaya çıkmadığı için para, aslında karşılıksız
bir paradır. Hükümet de zaten talep enflasyonundan çekindiği ve bu borcu
ödeyecek gücü de olmadığı için; sürekli olarak faizle beraber bu parayı
yeniden piyasadan çekmekte ve borç batağına daha da girmektedir.
Sonuçta hem vatandaşın gelirleri vergi kanalı ile bu kesime aktarılarak
gelir dağılımında büyük bir uçurum oluşturulmakta, hem de devlet,
borçlarını sürekli arttırmaktadır.”
Faizde ‘kazan kaybettir” mantığı esastır
“Faizin
ekonomilerde yaptığı tahribatlardan biri de talep daralmasına sebep
olmasıdır. Bu sebebiyet birkaç şekilde olur. Gelir dağılımındaki
dengesizlik, zaman içinde toplumun önemli bir kesiminin tüketme
kabiliyetini yitirmesine sürükler. Devlet ise, faiz ödemelerini
karşılayabilmek için vergileri arttırarak vatandaşın cebindeki parayı da
piyasadan çeker. Öte yandan faiz ödemelerini karşılayabilmek için kamu
harcamalarında da kısıntıya gidildiğinden dolayı piyasada ciddi bir
talep daralması yaşanır. Ayrıca, faizle beraber cebinde parası olan da
parayı bankaya yatırdığı için piyasada dolaşan para miktarı iyice
azalır; sonuç deflasyondur. Böylece aynı anda bir taraftan maliyet
enflasyonu, diğer yandan deflasyon olduğunda stagflasyon sürecine
girilir. Üretim ile para kazanma mantığında ‘kazan kazandır’ esası
vardır. Çünkü siz üretim veya ticaretle para kazanırken, birçok insan
için de iş imkânı oluşturursunuz. Ama para ile para kazanma mantığında
mantık, ‘kazan kaybettir’ şeklindedir; bir taraf kazanırken diğer taraf
zarar etmektedir. Para ile para kazanma mantığında yeni iş sahaları
açılmamakta, diğer taraftan var olan gelirin rantiyeye aktarılması ile
piyasalardaki talep kısılmaktadır.”
KAPİTALİZMİN EN BÜYÜK SİLAHI
“Ekonomiler
için bu derece zararı olan faiz, ilk bakışta birbirinden farklı imiş
gibi görünen Kapitalist ve Sosyalist sistemlerin temelidir. Kapitalist
anlayışın iki ana ayağı da faizi, sitemlerinin temeline oturtmuşlardır.
Klasik,
yani monetarist yaklaşımın kurucusu Adam Smith ekonominin kendi kendine
dengeye ulaşacağına inanıyor; her arzın kendisine denk bir talebi
olacağı fikrini savunuyordu. Klasik anlayışta faiz, tasarrufların
yatırım harcamalarına dönüşmesini sağlayan mekanizmanın adıdır... Yani
tasarruflar ile yatırımların arasındaki bağ, ancak faiz ile kurulabilir.
Günümüz ifadesi ile Ödünç Verilebilir Fonlar teorisine göre, yatırım
için ihtiyaç duyulan sermaye tasarruflarla oluşturulmuş fonlar aracılığı
ile tabi ki belli bir faiz oranı karşılığında sağlanmaktadır. Klasik
anlayışta faiz, sistemi dengeye koymak için gerekli bir ‘denge
unsuru’dur. Kapitalist anlayışın diğer unsuru olan Keynes’e göre ise,
ihtiyaç duyulan, yani talep edilen paranın karşılanması için belli bir
faiz oranına gerek vardır.”
Merkez Bankası üzerindeki tahakküm
“İki
sistemde de, ister buna yatırım deyin, ister para talebi deyin,
piyasanın ihtiyaç duyduğu paranın karşılanması ancak ‘maliyetli para’
ile olmaktadır. Merkez Bankası’nın, piyasaların ihtiyaç duyduğu parayı
basarak piyasalara sürmesine şiddetle karşı çıkan Kapitalist anlayış,
aynı ihtiyacın özel bankalar üzerinden faizli para ile karşılanmasını
ise desteklemektedir.
Merkez Bankası’nın para basmasına
‘enflasyon olur’ diyerek karşı çıkanlar, aynı miktarda paranın özel
bankalar tarafından kaydi para üreterek faizli olarak karşılamasına
‘enflasyona neden olmaz’ diyerek destek olmaktadırlar. Örneğin; siz,
devlet olarak bir yere okul yapacaksınız. Bunun masraflarını kendi
emisyonunuzla karşılamak yerine, yurt dışından veya içeriden faizle para
alarak bu okulu yaptırıyorsunuz. Özetle, Kapitalist anlayışın
söylediği, ‘faizli paranın enflasyona neden olmadığı’dır. Adeta
maliyetli parayı gören enflasyon, sesini çıkarmıyor, ama ne hikmetse
yerli ve maliyetsiz parayı gören enflasyon birden ayağa kalkıyor. Bu
mantıkla özellikle kalkınmaya karar vermiş ülkeler, kalkınmaları için
ihtiyaç duydukları finansmanı kendi emisyonlarını genişleterek ‘sıfır
maliyet’le karşılamak yerine, faizle bu sermayeyi elde etme yoluna
teşvik edilmektedirler. Türkiye’mizin de içinde bulunduğumuz bu grup
ülkeler, neticede kendi istekleri ile bu tercihi yapmakta ve bugün
yaşadığımız borç batağının içinde kendilerini bulmaktadırlar.”
FAİZ İŞÇİ DÜŞMANIDIR
“Faizin
yaptığı tahribatlardan biri de, işçi ücretleri üzerinde olmaktadır.
Faizle para alan üretici, bunu mamule yansıtmak zorundadır. Ama faizle
piyasadan çekilen para, gelir dağılımını bozduğu ve piyasada olmayan
para tüketimini kıstığı için talep daralması da yaşanmaktadır. Bu
durumda üretici bir karar vermek zorundadır. Eğer bu artışı tamamı ile
mala yansıtsa zaten talep olmadığı için hiç mal satamayacak ve
batacaktır. Eğer hiç yansıtmaz ise o zaman ürettiğinden belki de daha
düşüğe satacağı için yine batacaktır. Veya faiz oranını mala yansıtacak
ama diğer üretim maliyetlerinden ve kısmen kârından kesintiye giderek
fiyatların faiz oranlarından daha az artmasını sağlayacaktır. Diğer
üretim maliyetleri arasından en kolay aşağıya çekilecek olan ise ‘işçi
ücretleri’dir. Çünkü yeterli iş gücü talebi olmadığı için, işçi
ücretlerini belirlemede işveren, daha ağırlıklı söz sahibidir.”
ASIL ’ARTIK DEĞER’ FAİZDİR
“Karl
Marks ‘artık değer’ kavramını ortaya atarak; işverenin elde ettiği
kârın işçinin emeğinden çalınan artık bir değer olduğunu ifade etmiştir.
Halbuki kâr, hem işverenin, hem de koyduğu sermayenin karşılığıdır.
‘Artık değer’ olan ise ‘faiz’dir. Faizi ekonomiler için gerekli olarak
gören Marks, işverenin kârını işçinin emeğinin artık değeri görmüştür.
Milli Ekonomi Modelinde zararlarıyla ortaya koyduğumuz faiz, ‘asıl artık
değer’dir. Zira faiz, işçinin alınterinde kesintiye sebebiyet verecek,
böylece hem işçinin alınterinin bir kısmı, hem de işverenin kârının bir
bölümü, ‘parayı satan’ iradeye aktarılacaktır.”
KABİLİYETLERİ BLOKE EDİLİYOR
“Faizin
tahribatı bağlamında dikkat çekici bir diğer konu da verimlilik
meselesidir. Paranın bloke edilmesi sadece belli kesimlerin elinde
olmasına sebep olduğu için, ne kadar kabiliyetli olursanız olun,
kabiliyetlerin ortaya çıkacağı sermayeniz yoksa bunu devreye koymanız
imkânsızdır. Üretim, paraya maliyetini ödeyerek ulaşanlar tarafından
yapılmaktadır. Yani siz, faizini ödemeye razı olsanız bile, eğer belli
bir teminat göstermezseniz, 1 trilyon lira parayı alamazsınız. Babadan
oğula geçen padişahlık sistemini düşünelim... Buna göre, siz ülke
yönetimi için ne kadar kabiliyetli olursanız olun, eğer babanız padişah
değil ise, tahta geçemez ve yeteneğinizi gösteremezsiniz. Aynen böyle;
günümüz şartlarında siz belki de dünyanın en başarılı iş adamı
olabilecek iken, sermayeden mahrum kaldığınız için belki de kendinize iş
dahi bulamayacaksınız. Dolayısıyla faiz yoluyla bloke edilen, sadece
piyasanın ihtiyaç duyduğu para değil, aynı zamanda ‘milletin
kabiliyeti’dir. Paranın, faizin esaretinden kurtularak özgür kalması ile
dolaşıma girecek bu para, kabiliyetleri devreye koyacağı için,
verimliliği de arttıracaktır.”
PARA ESARETTEN KURTARILACAK
“Faiz,
sadece vereni değil, zaman içerisinde alanı da olumsuz yönde etkiler.
Faizle birlikte piyasa dengeleri bozulacağı için, piyasa aktörlerinin
tamamını etkileyecektir. Nitekim, Dünya halklarının fakirleşmesi global
sermaye için de bir felaket olmuştur. Artık ürettikleri mala pazar
bulamazken, toplam üretimin kat be kat fazlası paranın dolaşımda
olmasının da önüne geçememektedirler.”
“Milli Ekonomi Modelimiz,
ekonomiler için bu derece zararlı olan faizi, tamamen sistemin dışında
tutmaktadır. Böylece para, özgürlüğüne kavuşacak, üretimin önündeki
engeller kalkacaktır. Böylece, aynı zamanda gelir dağılımındaki
adaletsizliğin de önüne geçilecektir. Yine Milli Ekonomi Modeli’mize
göre, paranın piyasaya sunuluşu ‘maliyetsiz bir şekilde’ Merkez
Bankasının emisyonu genişletmesi ile sağlanacağı için, ne enflasyona
zemin hazırlanacak, ne de paranın faizle piyasanın dışına çekilmesi ile
oluşan talep daralması ve sonucundaki deflasyon yaşanmayacaktır.”